Prof. Dr. F. Hümeyra YerlikayaAydemir
Aklımda Deli Sorular Hümeyra Yerlikaya Kimdir?
Geçtiğimiz ay, 2024 nobel ödüllerini kimlerin kazandığı duyuruldu. Fizyoloji veya tıp dalındaki ödülün sahibi temel bilimci iki akademisyen Victor Ambros ve Gary Ruvkun'a verildi. Bu iki akademisyen mikroRNA'nın keşfi üzerindeki çalışmalarından dolayı ödüle layık görüldü.
Vücudumuzdaki tüm hücreler kromozomlar içerir ve bu kromozomlarımızda da depolanan bilgiler vardır. Her hücre aynı kromozomları ve aynı bilgileri içerir. Ama baktığımızda aynı kromozoma ve içindeki aynı bilgiye sahip hücreler mesela kas ve sinir hücreleri gibi farklı tiplerde farklı işlevlerde olabilmektedir. Bugünün bilim dünyasında bu farklılığın her hücrenin yalnızca ilgili talimatları seçmesine izin veren bir düzenleme ile yapıldığını biliyoruz. Buna da gen düzenlenmesi diyoruz. Yani her hücre tipinde yalnızca doğru genin aktif olması sağlanıyor ve o hücreye uygun doğru protein sentezi oluyor. Bu da genlerdeki bilgilerin, bir ışık gibi, açılıp kapatılabilmesi veya azaltılabilmesi ile sağlanıyor. Victor Ambros ve Gary Ruvkun, bu ışığı kim açıyor kim kapatıyor sorusuna cevap ararken mikroRNA’ları keşfediyorlar. İşte mikroRNA’lar gen düzenlenmesinde çalışan personeller.
Bu keşif hücrelerin nasıl çalıştığını ve dolayısıyla organizmaların nasıl geliştiğini anlamak için temel bir öneme sahip. mikroRNA’lar kanda, plazmada, serumda, tükürükte, anne sütünde ve idrarda tespit edilmiştir ve seviyelerindeki değişiklikler çeşitli hastalıklar ile de ilişkili bulunmuştur. Bu nedenle, mikroRNA profilini korumak hastalıkları önlemeye ve sağlığı korumaya yardımcı olabilir.
mikroRNA’ların keşfi 1990’ların başında olmasına rağmen klinik anlamda çalışmalara baktığımızda önümüz de mikroRNA’lar hakkında birçok bilinmeyen denklemler yumağı var. Açıkçası bir araştırmacı akademisyen olarak yardımcı doçent dönemlerimde mikroRNA konusu benim de ilgimi çok çekmişti. Bu konuda güzel çalışmalara imza attığımızı da düşünüyorum. Geçen yazıma konu olan hacamat kanında mikroRNA bulgusundan bahsetmiştim. Anne sütünde bağışıklık sistemini güçlendirici yönde etki gösteren mikroRNA varlığının tespitini dünya literatürüne ilk kazandıranlardan olup bu çalışmamız ödül bile almıştı. 2019 yılında yayınladığımız bir çalışmada yüksek yağlı ve yüksek sükrozla yani bildiğimiz çay şekeri ile sıçanları beslemiş ve sıçanların kanında kalp hastalığı ve diyabete sebebiyet veren anormal mikroRNA seviyeleri gözlemlemiştik. mikroRNA konusunda beni en çok etkileyen ve bugünkü yazıma konu olan asıl bölümlere de bu çalışma ile adım atmıştım. Beslenmemiz ile mikroRNA seviyelerimiz değişiyor. Son iki yıldır bilim bir adım daha attı. Besinlerimizde de yani yiyeceklerimizde de mikroRNA’lar var. Ve bunlar genel sağlığımızı etkileyebilecek durumdalar.
MİKRORNA'LARIN BESLENMEDEKİ ROLÜ
Kanıtlar, gıdalarda bulunan mikroRNA'ların sindirim süreci esnasın da emilebileceğini, güzelce paketlenip vücudumuzda her yere gidebileceğini ve dolayısıyla vücudumuzdaki genetik düzenlemeye katılabileceğini göstermektedir. Daha iyi anlaşılır olması adına yapılan çalışmalardan örnekler verelim;
Lahana, marul ve ıspanakta bulunan mikroRNA-156a isimli mikroRNA’nın özellikle kalp damarlarımızın tıkanmasını önlemede rol aldığı gösterilmiş.
Brokolide bol miktarda bulunan mikroRNA-159'un meme tümörü gelişimini baskıladığı gösterilmiş.
Gıdadan gelen bu diyet mikroRNA'lar artık gıdanın yeni bir işlevsel bileşeni….
Ve sağlığımızı direkt gen düzeyinde etkileyecek kadar da kudretli.
Peki yediğimiz etten, sütten, yumurtadan gelen mikroRNA’lar?
Gıda kaynaklı hayvan mikroRNA'ları, bitki mikroRNA'larından daha zor tespit ediliyor veya ölçülüyor, bu yüzden bu konuda çok daha az şey biliyoruz. Yine de bazı çalışmalar bunların emilebilirliğini ve potansiyel metabolik rollerini göstermektedir; bu nedenle, hayvansal kaynaklı mikroRNA’ları da göz ardı edemiyoruz.
AKLIMDA DELİ SORULAR!..
Psikiyatrik bozuklukların kökenine indiğimiz de çok sayıda mikroRNA'nın düzensizliğine sebep, bu hastalıkların ortaya çıktığı iddia edilmekte. Birçok çalışma, bazı mikroRNA’ların depresyonun başlangıcıyla ilişkili olduğunu doğrulamıştır bile...
Peki, depresyonda olan mutsuz bir hayvanın etini sütünü yumurtasını tüketmek, bu hayvanda bol miktarda artmış depresyon ile ilgili mikroRNA’ları tüketmek anlamına gelmiyor mu?
Bu mikroRNA’lara uzun süre maruz kalırsam benim vücudumda da depresyona sebep olmaz mı?
Bunlar deli sorular mı? Komik mi? Maalesef ne komik ne deli sorular. 1000 yıl önce Hipokrat “Ne yiyorsak oyuz” cümlesinin mikroRNA’lara gelebileceğini öngörerek mi söyledi bilmem ama yine haklı çıkıyor gibi…
NOBELİ HANGİ TIP OKULU KAZANDI?
Victor Ambros, hem lisans hem de doktora çalışmalarını Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde tamamlamış bir gelişim biyoloğu. Şuan Massachusetts Tıp Okulunda Profesör olarak çalışmakta. Gary Ruvkun ise biyofizik alanında Doktora derecesi almış Harvard Tıp Okulunda moleküler genetik dalında Profesör olarak çalışmakta. Biraz gazete haberi karıştırınca Harvard üniversitesinin, Ambros'a kadro vermediği, Ambros'unda Massachusetts Tıp Okulunda kadro bulduğu ve şuan orada çalıştığı yazmakta.
AKLIMDA YİNE DELİ SORULAR….
İki bilim insanı da temel bilimci. Yani bizim dilimizde Fen Fakültesi mezunu. Ve Tıp Fakültelerinde Profesör olarak çalışmaktalar.
Ambros'a Harvard tıp okulunda hekim olmadığı için mi kadro verilmedi acaba? Hekimlik mesleğine çok önem veren bir irade istenilen kadroya engel mi oldu acaba?
Ömer Hayyam, İbni Haldun, Alexander Fleming, John Dalton vs. mezarlarından çıkıp Ambros'a kadro verilmesi için devreye girmediler mi?
Ambros'da Lisansüstü Eğitimini tamamladığı ve Öğretim Görevlisi kadrosunda olduğu Harvard tıp okulunda hoca kadrosunu alamamış ve görevlendirme ile yıllarca bu tıp okulunda hoca olarak çalışmış mıdır acaba?….
Açıkçası Ambros'un Harvard’a alınmamasında hekim olmaması ile ilgili bir durum yok. 170’e yakın Nobel Ödülü sahibi yetiştirmiş bir üniversitenin tıp okulunda temel bilimlerde ki araştırmacılarından, akademisyenlerinden hekim olmaları istenmiyor. Sadece “ehil” olmaları isteniyor. Ehil olmak, kişinin yaptığı işte bilgi, beceri, yetenek sahibi olması durumu.
SAĞLIK BİLİMLERİ TEMEL ALAN SAHİPLERİ
Temel bilimler alanında üretilen bilgiler, yapılan keşifler toplumların gelişmişliğinin göstergesi, ülkelerin rekabet gücünü yükselten bir argüman, ekonomik kalkınma da bir araç olmuştur. Sağlık bilimleri temel alanı daha da önemlidir çünkü birincil amacı insanlığın refahını korumaktır. Devrim niteliğindeki her tıbbi keşif, bizi hastalık ve tıbbın karmaşık gizemlerini anlamaya doğru önemli bir adım daha atmaya ve milyonlarca hayatı kurtarmada etkili olan tedavileri geliştirmeye olanak tanır. Çok disiplinli araştırma ortamı, farklı disiplinlerden çeşitli uzmanlıkları bir araya getirerek karmaşık sorunların kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlar.
Sağlık bilimleri temel alanı bir baltaya sap olamamış bari hocalık statüsünü kullanıp nefsimi yeşerteyim yeri değildir, sağlık bilimleri temel alanı mesleki başarısızlığın, faşizmin, faşizme maşa olan basiretsizliğin hedef tahtası değildir. Sağlık bilimleri temel alanı gönlü, kafası, kalbi, gözleri, ilim, bilim ve araştırma aşkı ile yanan cesaretli, dik duruşlu, EHİL, fizyologların, biyokimyacıların, biyofizikçilerin, kimyacıların, hekimlerin, biyologların, moleküler genetikçilerin, eczacıların, veterinerlerin ve bu kudretli vatanımın güzel evlatlarınındır….