Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Türkçede Ev

“Sözcükler küçüktür ama boyundan büyük anlamlar taşır” diyorum ya, geçmişte kullandığımız Türk alfabelerindeki minicik harfler bile o kadar devasa anlamlar taşıyor ki, anlayanları heyecanlandırıyor. Tarih öncesi çağlardan beri Türk dili ile birlikte oluşagelen ve zamanla harflere dönüşen damgalar (tamga) doğadaki görüntülerin veya seslerin taklit edilmesi ile şekillenmiş ve zamanla alfabe haline gelmişler. Dilimiz ile birlikte gelişen alfabelerimizde.

*

Örneğin, aşağıdaki tamga, Yenisey alfabesinde yer aldığı şekli ile “B” harfi.

Gördüğünüz gibi çadıra benzeyen bu şekil, alfabemiz kurallarına göre önüne “ince ses” alarak “EB”, “İB” diye okunuyor.... Bizim zamanımızda lisede öğretilen “Türkçede ses uyumu” kuralının sonucu olarak da “B” sesinin zamanla “V” sesine dönüşmesiyle; eski Türkçedeki “EB” yeni Türkçede “EV” diye söylenir olmuş.

*

Uzmanlar Türk alfabesinde “EB” yani “EV” hecesinin (tamga) oluşumunu ise şöyle açıklıyor; Bir çift, yani karı ile koca birbirine doğru eşit açılarla eğilen iki çizgi ile gösteriliyor ve bunların üzerine çatı gelince “EV” oluşuyor. Anlama bakar mısınız? Anlam içinde de anlam var; açıklamadaki "bir çift" ifadesi de önemli bir anlam taşıyor. Çünkü eski Türklerde, erkeklerin çok sayıda karı almadığını, Türklerde böyle bir gelenek olmadığını gösteriyor.

*

Bu tamgadan alacağımız ders ise şöyle ortaya çıkıyor: Eşlerin birbirine doğru eğimleri eşittir, eşit olmalıdır ki, ev sağlam, dengeli ve dayanıklı olsun. Eşler arasındaki dikleşmeler veya diklenmeler ya da yaslanma ve yamulmalar evin dengesini bozar. Eşlerden birinin gereğinden fazla eğilmesi de aynı etkiyi yapacaktır.

*

Bu bilgi, tarihin derinliklerinden beri bir konuşma dili oluşturan ulusumuzun karakter özelliklerinden birini gösterdiği gibi, o özelliği dilinden, alfabesine nasıl yansıttığını da gösteriyor. Yani, tarih öncesinde yaşayan “eski Türklerde ev, ayrı ayrı eşlerin eşit eğimle başları üzerinde dengeye getirdikleri çatı ile tamamlanan bir bütün” demek oluyor. Dengeli bütünlük durumu huzur verir değil mi? Türkün bu ev anlayışı, Türkün dili ile birlikte oluşan ve gelişen alfabesine de aynen yansımış işte. Ancak, Türkün öz alfabesini unutması sonucu bu anlayış da unutulmuş sessizce.

*

Bu unutkanlık, uyumaya dönüşmüş ve uyuyan zihinler günümüzde paylaşmak ile bölüşmek arasındaki farkı bile anlamaktan aciz hale gelmişler. Böyle eşler, denge ve huzur yuvası evlerimizin bütünlüğünü bozar olmuşlar!.

*

Bu bilgiler ışığında işin aslı şöyle görünüyor;
Alfabe bir din meselesi değildir!
Alfabe bir dil meselesidir.

*

Türk milleti geçen yüzyılda yaptığı alfabe değişikliği ile dinini değiştirmemiştir ancak 12 yüzyıl önce yaptığı alfabe değişkliğinin sonucu olarak karakterini değiştirmiş hatta bir çok karakter özelliğini büyük oranda kaybetmiştir.

*

Şimdi soralım, dil bilmeyen din bilir mi? Bilmez!
Dili doğru anlamayan dini doğru anlar mı? Anlamaz!
Kendi dilini öğrenmeyen, yabancı bir dili öğrenebilir mi? Öğrenemez!

*

Sonuç olarak; bunu fark etmeyip, din hatırına kendi öz dilini bırakan ve anlamadıkları başka bir dili konuşmaya çalışanlar, kendisine yabancı olan yeni dil ile kabul ettiği yeni dini anlamaya kalkışanlar, manasını tam anlayamadılkları soyut sözcükler ile ya dini yanlış anlamışlar ya din bezirganlarına kanmışlar ya da dinde anlamı bir kenara atmış ve görüntü ile, şekil üzerinden müslümanlaşmaya çalışmışlar. Bunu yaparken de Araplaştıklarının farkına varamamışlar. Hatta anlayanlar ile anlamayanlar öyle bir kavgaya tutuşmuş ki, boşa gitmiş yüzyıllar!

*

Anlam ile tamamlanmış, mana ile dengelenmiş huzurlu bir gelecek duası ile vesselam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi