Başımıza Gelmeden Öğrenemeyecek miyiz?

Deprem, yer kabuğunda ani enerji boşalması sonucu oluşan sismik dalgalardır. Yer yüzeyinde sarsıntılara neden olan bu doğa olayı, yerkabuğundaki levhaların hareketleriyle oluşur. Türkiye gibi aktif fay hatlarının üzerinde yer alan ülkelerde depremler ne yazık ki bir istisna değil, kaçınılmaz bir gerçekliktir.

İşte yine bir sabah... Hepimizin içini titreten o cümle bir kez daha dudaklarımızdan döküldü: “Yoksa Büyük İstanbul Depremi mi…”

AFAD verilerine göre tam 266 artçı sarsıntı olmuş. Peki biz neden hâlâ bu depremlere hazır değiliz?

Her büyük sarsıntıdan sonra birkaç günlüğüne gündemimize giriyor “deprem gerçeği”. Yetkililer konuşuyor, vatandaşlar sosyal medyada korkularını dile getiriyor. Ama sonra ne oluyor? Unutuyoruz. Çünkü alışıyoruz. Depreme değil, hayatın akışına uyum sağlıyoruz.

Yıllardır bilim insanları uyarıyor. İstanbul gibi dev bir metropolün risk altında olduğunu, zemin yapısının tehlikeli olduğunu, binaların çoğunun 1999 öncesi yönetmeliklere göre yapıldığını… Her şey ortada.

Deprem kader değil, tedbirsizliktir.

Binalar çöker, yollar kapanır, insanlar hayatını kaybeder ama asıl felaket, bunların olacağını bile bile hiçbir şey yapmamaktır.

Ve artık çok net bir şey daha var:

İstanbul'un vakit kaybetmeden topyekûn bir kentsel dönüşüm sürecine girmesi gerekiyor. Bu, sadece bir şehircilik meselesi değil, doğrudan insan hayatıyla ilgili bir zorunluluktur.

Ancak ne yazık ki bu hayati sürecin önünde duranlar var. Bu engeller, sadece binaları değil, geleceği de riske atıyor.

Artık “ama”, “fakat”, “bekleyelim” deme zamanı geçti. Depremin içinden başka konuları çıkaralım el ele verelim.

Kentsel dönüşüm ertelenemez.

Ve buna engel olan herkes, bir gün bu enkazın altında kalacak vicdanıyla yüzleşmek zorunda kalabilir.

Bu kez gerçekten soralım kendimize:

Biz neyi bekliyoruz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şule GÜMRAH Arşivi