Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Tunus’tan Selamlar

Uzun zaman sonra tekrar Tunus’ta olmak güzel bir duygu ancak, geçen bunca zamanda gelişen olayları hatırlayınca ciddi bir burukluk kapladı içimi. Tunus normale dönmüş görünse de eski Tunus kalmamış sanki.

*

Beni ağırlayan eski(!) dostlar 2010 yılında gençlerin iş bulamaması ve hayat pahalılığının çekilemez hale gelmesi yüzünden başlayan olaylardan sonra iktidarın devrildiğini, 23 yıldır ülkeyi yöneten başkanın ülkeden kaçtığını, yandaşlarının ve akrabalarının hapse atıldığını, bir çok kurumda ve makamda temizlik yapıldığını ancak tüm bunlara rağmen, ülke ekonomisi çok zayıf olduğu için istikrarlı bir siyaset kurulamadığını anlattılar…

*

Anlatılanlar, medyada gördüğümüzden çok farklı değil ama ortamda olunca hissettiğim duygular gerçekten üzücü.. Şu anda siyasette işler yoluna giriyor gibi görünse de hala bir umutsuzluk var diyorlar…

*

Bu süreçte Tunus 30 yıl kaybetti diyen de oldu, 1970’lere geri döndük sanki gibi yorum yapan da. Haklılık payı var bence de.

*

Tunus, bildiğim eski Tunus değil artık, üzerinde bir toz bulutu var sanki… Bu duyguyu Kovid-19 salgını sonrası Almanya’ya ilk gidişimde de yaşamıştım. Eski canlılık, o heyecan, o pırıltı kalmamış.

*

Tunus kendi sorunları ile uğraşırken bir yandan da Suriye’den kaçanların ekonomiye getirdiği yükü konuşuyorlar… Durum Türkiye kadar vahim olmasa da “Suriye’den gelenlerin bir kısmı burada iş kurabilecek güçte zenginler” diyen arkadaş bile, “diğer yandan, ne kadar zengin de olsalar kültürümüz farklı, uyum sağlamıyorlar ve topluma rahatsızlık veriyorlar” diyor.

*

Bu söze karşılık,

- Aynı dili konuşuyorsunuz niye uyum sorunu yaşıyorsunuz? diyorum.
- Arapça konuşmaları yetmiyor, eğitimleri düşük ve kültür yok, üstelik eğitime de açık değiller, gibi cevaplar veriyorlar.

*

Eee, biz ne yapalım o zaman diyorum?

Siz Tunusun Arapları, Suriye’nin Araplarını, aynı dili konuşmanıza rağmen kültür ve eğitim seviyesi düşük diye toplumunuza zararlı görüyorsunuz, Türkiye’de biz ne yapalım o halde? diyorum.

*

Diyorum da onlar başla bir telden konuşmaya devam ediyor; Biz Arapça konuşuyoruz ama Arap değiliz. Zamanında gelip din hatırına dilimizi unuttumuşlar. Hem tarihimizi hem de kendimizi unutturmuşlar. Biz Arap değiliz, biz geçmişi 3 bin yıl kadar eskiye giden, döneminde Roma’ya rakip olacak kadar kendine güvenen Kartaca medeniyetinin sahibiyiz ama tarihimizi de unutturmuşlar diye dert yanıyorlar. Evet! “Arapların tarih bilincini niçin sevmediği de anlaşıyor” diyor bazıları. Ben de katılıyorum bu yorumlara.

*

Arapça yanında Fransızca da konuşuyorsunuz, niye kendi dilinizi konuşmuyorsunuz o halde diye soruyorum… Evet, sömürge üzerine sömürge diye cevaplıyor biri…

*

Hatta önceki seyahatimde “siz Türkler bizi 3 yüz yıl sömürdünüz” diyen bir Tunuslu ile anımı anlattım; “sizi sömürmüş olsaydık, şimdi Fransızca veya Arapça yerine Türkçe konuşluyor olmanız gerekirdi” demiştim. Haklısın dediler.

*

Osmanlı zayıflayınca, Fransa’nın Tunus’u 1881 yılında işgal ettiğini, İkinci Dünya savaşından sonra 1956 yılında ancak bağımsız olabildiklerini yine de sanayi ve tekonoloji dolayısı ile enomik açıdan Fransa’ya bağımlı kaldıklarını anlattılar. Bu bağımlılığın devam etme sebebini ise İslam dinini yanlış anlatanlara kanan dedeleri yüzünden dünya nimetlerinden uzaklaşmalarına bağladılar. Hatta bu yanlış anlama yüzünden nimetleri sömürgecilere gönüllü terk ettiklerini ve bazılarının bunu da din zannettiğini anlattılar.

*

Böyle, uzun uzun sohbet ettik, İslamı anlarken Kur’an’-ı Kerim’in doğru tercüme edilmesinin önemini konuştuk. Siz Arapça aslını okuyorsunuz dedim, Mekke’deki Araplar bile yeterince doğru anlayamıyor dediler. Öyle ki, kader ve faiz gibi sadece iki sözcüğün yanlış anlaşılması yüzünden tüm İslam aleminin sömürü altında olduğunu anlattılar... Evet, bu görüşe de katılıyorum.

*

Hatta sömürülen sömürgecinin sömürgesi olduklarını bile söyleyen oldu… Uykusuz kaldığımıza değidi. Ama buradan yerimiz bitti. Sonraki yazımızda görüşmek üzere. Kula kulluk etmeyi yasaklayan güzel dinimizi anlamaya çalışanlara Tunus’tan selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi