Yılmaz Sandıkcı
Hz Mevlana
Bu yılki Şeb-i Aruz töreni “Muhabbet Vakti” teması ile kutlandı. Normalde ölüm günleri bir anma konusudur ama işin içinde Mevlana gibi zatlar olunca anlam değişir, ölüm günü düğüne dönüşür. Vuslat yani kavuşma yani öldüğünde en sevdiğine kavuşma günü olur, Şeb-i Aruz olur. Bu yüzden kutlanır. Böyle durumlarda sözler ne kadar küçük olsa da anlamları büyük olur. Böyle şahsiyetleri anlamak için sözcükleri de anlamaya özen göstermek gerekir, örneğin; sevgi, aşk, aşık, maşuk, arif, alim, marifet, hakikat, doğru, yanlış, gerçek, hikmet, hiç, hep…
*
Hz Mevlana gibi çağları aşan bir şahsiyet ile aynı coğrafyada bulunmak bir onurdur bence ancak bu onuru hak etmek gerekir önce. Anlamadan olmaz hatta anlatmak da gerekir dürüstçe… Böyle insanları doğru anlamak ve anlatmak için asgari bir bilgi birikimi ile düşünme bilincine de sahip olmak gerekir. Aksi halde “körlerin fil tarif ederken düştüğü durumlar” oluşur ki, bu durumları suiistimal edenlerin yalanları ile kandırılma riski doğar.
*
Anlamaya çalışırken anlatma görevimi de yerine getirmek üzere, yurt dışından gelen misafirlerimi bazen işi, gücü bir yana bırakıp Mevlana’yı ziyarete götürürüm… 52 ülkede bulunmuş bir ihracatçı olarak en azından tanışmalarına vesile olmam gerektiğini düşünürüm. Böylece Mevlana’nın aydınlattığı coğrafyada yaşıyor olmam yanında bir de Mevlana’nın geldiği coğrafyadan gelmiş olmamın bana yüklediği sorumluğu yerine getirme hissinin huzurunu yaşarım… Dedelerim, Orta Asya’dan, Belh-Buhara coğrafyasından Hz Mevlana’nın babası Hz. M. Bahaeddin Veled ile birlikte yola çıkan kafilede Karaman’a gelip yerleşen bir aile... Bu yüzden ayrı bir bağ hissederim Özbekistan-Afganistan-Tacikistan üçgeninde yaşayan Türklerle.
*
Geçen Ramazan Bayramında çocuklarımı Özbekistan’a götürdüğümde kızım İrem Nur “…biz daha çok Kazaklara benziyoruz sanki, niçin Atayurdumuz diye Özbekistan’a geldik ki?…” diye sormuştu, ben de “…dedelerimiz yola çıktığında böyle devlet adları ve yapay sınırlar yoktu kızım, bu coğrafyanın tamamı Türkistan idi o zamanlar…” diye cevap vermiştim. Hatta merhum babamın adına açtırdığım su kuyusu için Afganistan’ın Şibirgan şehrinde bir köyü seçmem de bu bağ sebebiyledir.
*
Bu duygu durumu, Mevlana Celaleddin Rumi’yi doğru anlama ve doğru anlatma konusunda bana bir görev verir; “bizi bilen bilir, bilmeyen de kendisi gibi bilir” sözü ile yaşadığı o çağdan taaa günümüze seslenir gibi. Yüzyıllar öncesinden “doğru anlayın beni” diye uyarır sanki. Her birisi, filin bedeninde dokunduğu yer kadarını anlayan “körlerin durumuna düşmeyin” der gibidir Mevlana…
*
Mevlana’nın bu uyarısını dikkate almak için yaşadığı, yazdığı, konuştuğu çağın koşullarını da öğrenmek ve buna ek olarak düşünce seviyesini de en azından anlamaya çalışmak gerekiyor bence. Bu kolay değil elbette, çünkü yaşadığı çağda Haçlı seferleri yetmez gibi bir de Moğol istilası vardı Anadolu’da… Mevlana’yı anlamak isteyen herkes aklını kullanma seviyesinde yükselmeye çalışmalı ve en azından mide bağırsak seviyesinden çıkıp, kalp-gönül seviyesinde bari düşünme kapasitesine ulaşmaya çalışmalıdır.
*
Aksi halde Mevlana’yı anlayamamak ya da yanlış anlamak kaçınılmazdır! Sonuçta peygamber değildir ve yanlışları da olabilir elbette, bu yüzden gerçekleri dikkate alarak yansız, tarafsız düşünmek Mevlana gibi yüksek bir düşünürün de isteğidir bence. Bir tür yandaşlık duygusu ile böyle yüksek şahsiyetleri övmeye çalışmak onların öğütlerini ve manevi hatırasını alçaltır bence. Zira böyle yüksek şahsiyetler bizden övgü beklemiyorlar, bizden, onların öğütlerini doğru anlamamızı ve yaşamımıza doğru uygulamamızı bekliyorlar.
*
Örneğin, tasavvuftaki “hiçlik” felsefesini Mevlana’dan öğrenirken “hiç” olma konusunda yeterince düşünmeyenler aslında doğru olan bir öğüt ile bile yanlış yollara sapabiliyor. Öyle ki; Allah katında bir “hiç” olduğunu anlaması gereken beşer türü, doğru zemine oturtamadığı “hiçlik” anlayışı ile dünyadaki diğer beşer karşısında da “hiç” olmaya başlıyor. Diğer beşer içinde dostlar olduğu kadar düşmanlar da var… Bizimkiler “hiç” olma yolunda yarışmayı marifet zannedince, diğerleri “hep” olmaya başlıyor ve dünya hakimiyetini elimizden kapıveriyorlar. Burada suçlu tasavvuf mu, Mevlana mı, “hiçlik” düşüncesi mi, yoksa aklını kullanma seviyesinde yaşadığı sorunu fark etmeyen ve hiçlik felsefesini doğru anlayacak kadar düşünmeden konuşan beşer mi? Sizce hangisi?
*
Mevlana'nın güncelliğini kaybetmeyen öğütlerini günümüzde, Celaleddin Bakır Çelebi tarafından 1996 yılında kurulan Uluslararası Mevlana Vakfı’nı yöneten 22. kuşaktan torunları aktarıyor bizlere. Torunlar denilince, Anadolunun Moğollar tarafından işgal edildiği yıllarda yaşayan Mevlana’nın, Anadolunun İngiliz destekli Yunanlar tarafından işgal edildiği yıllarda yaşayan torunu Veled Çelebi’yi de tanımayı ve anlamayı önemsiyorum; Kendisi ömrünü Türk dili araştırmalarına vermiş… Yazılarında "Bahaî” mahlasını kullanan Veled Çelebi (İzbudak), Konya'da memurken “Türkçülük Hareketi” ile tanışmış, İstanbul'da “Türk Derneği”nin kuruluşunda Yusuf Akçura ve Necip Asım ile birlikte yer almış… 1. Dünya Savaşı başlayınca “Gönüllü Mevlevî Alayı”nda miralay rütbesiyle komutanlık yapmış. Savaştan sonra “Millî Mücadeleye katılmak için” İstanbul’dan kaçıp, Antalya üzerinden Ankara’ya ulaşmış Kuva-yı Milliye’de Mustafa Kemal ile birlikte çalışmış, TBMM’nde milletvekili olarak görev almış, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun kuruluşunda çalışmış. Ölümününe kadar da Türk Dil Kurumu’nda çalışmalarını sürdürmüş.
*
Ümit Doğan’ın Mevlana Gerçeği adlı kitabında gördüğüm, Veled Çelebi’nin “Alp Uluğ Atatürk’e” adlı şiirinde geçen “Gün oldu ki taş yaslandın/ Karla toprak döşendin/ Yokluk içinde yılmadın/ Kara günlerde şendin/ Bütün dünya bir uğurdan/ Yurdumuza saldırdı/ Ne dövüşmekten usandın/ Ne kırmaktan üşendin” sözleri, Mevlana’yı doğru anlamak için zamanın ruhu ile birlikte torunlarını da anlamak gerektiğini gösteriyor ve Mevlana bezirganlarına karşı dikkatli olmayı öğretiyor.
*
Mevlana gibi çağını aşan ve her çağa ışık saçan değerlerimize rahmet dilerken, anlamadan kanan ve kandığı yalanları yayan körlerden olmamak duası ile işin aslını arayan herkese Konya’dan selam…