Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Medrese Mi Üniversite Mi?

Son üç yüzyılda değişen Yeni Dünya Düzeni’ni sizce ordular mı kurdu yoksa okullar mı? Mevcut düzen kanlı savaşların değil, orta çağ sonrası başlayan bilim çağı dönemimde yaşanan medrese ile üniversite yarışının bir sonucudur bence. Bu yarışta kazananlar, savaşları da kazananlar olmuş ve kuralları istedikleri gibi koymuşlar.

*

Medrese - Üniversite Yarışını ve aralarındaki farkı becerebildiğim kadar kısa özetlemek istiyorum;

*

Medresenin tarihi daha eskiye dayanabilir ancak kurumsallaşması Karahanlılar döneminde oluyor ve Selçuklular dönemide etkinliği zirveye ulaşıyor. İlk medreselerde sadece nakil ilimleri yani din dersleri okutulurken, Nizamiye medreseleri ile birlikte akıl bilimleri yani pozitif bilimler de müfredata giriyor ve uzun süre dinî ilimler ve pozitif bilimler birlikte okutuluyor.

*

Zirve döneminde medreseler, devletin gücünü besleyen bir yapıda işliyor ancak zamanla ortaya çıkan değişime göre kendini yenileyemeyen medreselerde, Osmanlı döneminin ikinci yarısına girilirken, pozitif bilimler dışlanıyor. Sonuçta medreseler hayata uygulanabilir tekniklerin geliştirilmesinde, batının üniversiteleri ile rekabet edemez hale geliyor.

*

Çünkü bizim bölgenin insanı, medreselerde yetişen âlimleri sevince, Allah’ın sevgili kulu ve benzeri makamlara yerleştirecek kadar sevmişler. Sevdiği âlimin fikirlerini, akıl ve bilim olarak değil, Allah’tan gelen ilham (bazı durumlarda “hâşâ” vahiy) olarak görmüşler. Oysa vahiy sadece peygambere gelir ama sevgi aklı baskılamı, alimin fikirlerini tartışılmaz ilan edilmiş ve zaman zaman zorla kabul ettirilmiş.

*

Akıl ile itiraz edenlere de “akıl değil nakil esastır” görüşü dayatılmış akıl, sorgulama ve düşünme köreltilmiş. Sevmediği âlimi, kâfir ilan edecek kadar ileri gitmiş bazıları ve takipçileri eliyle rakip(!) alimleri ya itibarsızlaştırmış ya da öldürmüş!…

*

Aklı, düşünmeyi, istişareyi dıilayan itaat ve biat yoluyla iman etmeyi teşvik eden (bu alışkanlıkların çoğu günümüzde de devam ediyor) alimlerin hakim olduğu medreseler, toplumda aklısız imanın yerleşmesine yol açmış.

*

Aynı dönemde batılı halklar, bazı tecrübelerin ışığında kiliseyi yöneten alimlerin nakledegeldiği malümatın yalan ve yanlışlar ile dolu olduğunu anlamaya başlamış, aklı ve bilimi önceleyen üniversitelere kulak vermiş… Üniversitelerden yetişen ve malumat yerine bilgi anlatan bilim adamlarını sevmeye başlamış batılı halklar.

*

Bu dönemde sevdiği bilim insanına insanüstü, ulvî özel makamlar vermemiş. Ulaştığı sonuçların hayata uygulanabilirliği kadar sevmiş bilimi, bilim insanlarını. Zorlamasız!.. Sevgisini de abartmamış, sevse de eleştirmeye devam edebilmiş. Tartışma, istişare ortamında akıl ve bilgi ile varılan senteze, bilim ile ispatlanan sonuca inanmış. İspat yoksa inanmam demiş. Sonuçta imansız bir akıl yolu ortaya çıkmış.

*

Medresede talebe, hocasına koşulsuz teslim olup, hocasının her fikrini sorgusuz kabul ederken, üniversitede öğrenci öğretmeninin fikirlerini eleştirme hatta üzerine bilgi ekleyebilme imkânı bulmuş. Medreseler ezber ile hafıyzayı beslerken üniversiteler merakı, araştırmayı, sorgulamayı ve zekaya değer vermiş. Birisi aklın hafıza bölümünü geliştirirken, diğeri aklın muhakeme bölümünü geliştirmiş. Birisi takip edeni, diğeri geliştireni teşvik etmiş.

*

Bu fark açıldıkça, ordular ve silahlar arasındaki farkda artmış ve son üç yüzyıldaki savaşları kazananlar kurmuş Yeni Dünya Düzenini…

*

Türkiye’nin iki yüzü aşan üniversite ve sekiz milyonu aşan üniversite öğrenci sayısı ile övünmeden önce üniversite eğitiminde tercih ettiği modeli tartışması gerekmiyor mu sizce de? Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi