Yılmaz Sandıkcı
Eğitim Mi Maarif Mi?
Günü anlamak için dünü hatırlamak önemlidir. Hükümetin Maarif modeli üzerinden yapılan tartışmaları anlamak için de tarihe bakmak gerekir. Osmanlı döneminde eğitim işlerinden sorumlu olan bakanlığın adı, Maarif Nazırlığı ya da Maarif Nezareti… Nazır, “nazar=bakma” sözcüğünden, “bakma eylemini yapan “nezaret eden” anlamında… Günümüz Türkçesinde “bakan” oluyor.
*
Tarih özetle şunu söylüyor; Osmanlı Devleti'nde II. Mahmut dönemine kadar maarif/eğitim işlerinden sorumlu vezir vb seviyesinde bir devlet görevlisi yoktu. Sanayi ve teknolojideki gelişmelerin bazı Avrupa ülkelerini Osmanlıya karşı güçlendiğini fark edenlerin, Osmanlının batı karşısındaki zayıflama ve gerilemesini durdurmak isteyenlerin çözüm aramaya başladığı II Mahmut döneminde Osmanlı sarayı, Heyet-i Vükela yani günümüzdeki anlamı ile “Bakanlar Kurulu” oluşturmaya karar verdi... Bu yapılanma kapsamında maarif işlerinden Evkaf Nazırlığı sorumlu oldu ve sıbyan Mekteplerini düzene koyup Darülfünun (üniversite) kurmak amacı ile oluşturulan Maarif Meclisi 1841 yılında Meclis-i Maarif-i Umumiye adını aldı. Bu meclis, Tanzimat döneminde Maarif-i Umumiye Nezareti yani Maarif Nazırlığı adını alarak hükümette bakanlık seviyesinde yerini aldı. Bu bakanlık, 1869 yılında Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi ile Medreselerin yerini almak üzere, Rüştiye Mekteplerinden sonra eğitim verecek olan İdadi Mektepleri kurdu.
*
1. Dünya Savaşından sonra Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı işgalci İngilizlerce dağıtıldıktan sonra Maarif Nazırlığı görevini Ankara'daki Maarif Vekâleti üstlenmiş… Dilde yapılan sadeleştirme ve Türkçeleştirme ile bu nezaretin adı “Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı” oldu..
*
Şimdi sorum şu; üç yüzyıl önce kurulan Yeni Dünya Düzeni’ni sizce ordular mı kurdu yoksa okullar mı? Mevcut dünya düzeni, orta çağ sonrası başlayan bilim çağı dönemimde yaşanan birçoğumuzun hala farkına varamadığı “medrese ile üniversite arasındaki yarışın” bir sonucudur bence. Medrese ve üniversite arasındaki “ilim – bilim yarışında” kazananlar, savaşların da kazanı olmuşlar ve Yeni Dünya Düzenini bunlar kurmuşlar.
*
Medresenin tarihi daha eskiye dayanabilir ancak Karahanlılar döneminde kurumsallaşıyor ve Selçuklular dönemide etkinliği zirveye ulaşıyor. İlk medreselerde çoğunluk nakil ilimleri yani; “anlatılanı ezberlemek ve ezberlediğini anlatmak” üzerine idi. Nizamiye medreseleri ile birlikte akıl ilimleri (gözleme dayalı bilim) de müfredata girdi. Uzun süre dinî ilimler ve akıl ilimleri birlikte okutuldu medreselerde. Zirve döneminde medreseler, devletin gücünü besleyen bir yapıda harika görev yaptı. Ancak zamanla ortaya çıkan değişime göre kendini yenileyemeyen medreselerde, Osmanlı döneminin ikinci yarısına girilirken, akıl ilimleri yani bilim konuları dışlandı. Sonuçta medreseler hayata uygulanabilir tekniklerin geliştirilmesinde, batının üniversiteleri ile yarışamaz hale geldi.
*
Medrese âlimlerinin fikirlerini akıl ve bilim olarak değil, Allah’tan gelen ilham (bazı durumlarda “hâşâ” vahiy) olarak görenler, bazı âimlerin söz ve fikirlerini tartışılmaz ilan etmiş, itiraz edenleri de “akıl değil nakil esastır” görüşü ile kanmaya zorlayıp doğu toplumlarında akıl, sorgulama ve düşünme becerilerini köreltilmişler. Bunlar anlayamadıkları âlimleri kâfir ilan edecek kadar ileri gitmiş ve aklı ile cevap veremedikleri rakip(!) alimleri takipçileri eliyle ya itibarsızlaştırmış ya da öldürmüş!…
*
Aklı, düşünmeyi, istişareyi dışlayan itaat ve biat yoluyla inanmayı teşvik eden âlimlerin hâkim olduğu medreseler, toplumda “aklısız imanın yerleşmesine” yol açmış. Aynı dönemde batılılar, yaşadıkları tecrübelerden ders alarak kiliseyi yöneten âlimlerin nakledegeldiği malûmatın yalan veya yanlışlarla dolu olduğunu fark ederek, kilise yerine aklı ve (gözlem yanında deneye dayalı) bilimi esas alan üniversitelerin anlattığı “bilgileri dinlemeye” başlamış batılı toplumlar.
*
Medresede hocasına koşulsuz teslim olup, her fikrine sorgusuz kanan ve doğruluğunu sorgulamadan, araştırmadan kandığı malumatı başkalarına yayan talebelerin yerini, üniversitelerde hocasının fikirlerini eleştirme hatta üzerine bilgi ekleyebilme imkânı bulan, kanmak yerine anlamaya çalışan öğrenciler almış. Medreseler, ezber ile hafızayı besleyip, nakledilen malûmata sorgulamadan kanarak inanmayı, aklı hafıza ve algı ile kullanmayı öğretirken, üniversiteler merakı, araştırmayı, sorgulamayı, işin aslını aramayı teşvik ederek aklı, zekâ ile kullanmayı öğretmiş. Üniversitede, öğrenmeyi esas alan bir eğitiminden geçenlerin ürettiği teknoloji ve sanayi ile gelişen silahların, medrese maarifinden geçenlerin silahlarına üstünlüğü artınca medreseci toplumlar, üniversiteci toplumların takipçisi ve taklitçisi olmak zorunda kalmışlar. Ancak durumu kabul edemeyen bazı medrese âlimleri üniversitelerin bilgi, bilim ve teknolojisinden çıkan gelişmeleri din dışı ilan ederek, doğulu Müslümanları gerçeklikten uzaklaştırıp, dünya düzenindeki hâkimiyetini kaybetmesine neden olmuşlar.
*
Kabul etmekte ne kadar zorlansak da son üç yüzyıldaki savaşları taklitçiler değil, öncüler kazanmışlar ve Yeni Dünya Düzenini takipçiler değil öncüler kurmuşlar… Tarihsel süreç içerisinde MEDRESE Mİ ÜNİVERSİTE Mİ? sorusuna doğru cevabı bulamayanlar, adını EĞİTİM modeli yerine MAARİF modeli koydukları sistem ile nereye varacaklarını da yeterince sorgulamamış olabilirler. Ecdadımızın başarıları ile övünürken, yanlışlarından ders almayanlar GELENEKÇİLİK görüntüsünde GERİCİLİK yapanlarca kandırılmış bile olabilirler.
*
Şekle, görüntüye, söylentiye kanmak yerine işin aslını arayan ve Allahın dininin manasını, Allahın verdiği akıl ile yaşama doğru uygulamaya çalışanlara selam ve dua ile…