Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Dağlı mı Ovalı mı?

Gazetemizin muhabirlerinden Büşra Gültaş’ın 7 Temmuz tarihli “Konyalılar ikiye ayrılıyor: Dağlı mısınız Ovalı mı?” başlıklı haberi, bana 2013 yılından bir yazımı hatırlatmıştı ancak ABD seyahati ve Rusya seyahati üst üste gelince o yazıyı göndermek bugüne nasip oldu.

*

Konyamız, ovası ve geniş arazisi ile meşhur bir memleket, halkı ise ovalılar ve dağlılar olarak iki ana gruptan oluşuyor. Ovalılar rahatlarına daha fazla düşkün olup, zenginlik biriktirirken, dağlılar daha çalışkan ve disiplinli biliniyor. Sonuç olarak dağlı kesimin gerek bürokraside gerek iş dünyasında çalışarak daha başarılı olurken, ovalıların da sermaye birikimi ile başarıya ulaştığı kanaati gelişiyor.

*

Bunun sebebi; dağlı insan yaşadığı çevre şartlarının çetinliğinden, geçimin zorluğundan dolayı serttir, kaba görünür ama yaşam şartlarından dolayı da yardımlaşma, dayanışma içinde yaşamayı öğrenmiştir. Dağlı kesimde işbirliği yapma kültürü “mecburen” daha gelişmiştir. Ovalı ise komşunun yardımına muhtaç değildir, geniş ve işlenmesi kolay tarlasını işler, eker ve yağmuru, karı bekler. Yağış iyi olursa mahsulün tadını çıkarır, olmazsa depodan yemeye devam eder.
*
Dağlı, şekilde kaba ve vahşi görünüşüne rağmen özünde daha insancıl olurken, ovalı tökezleyene bir tekme de ben atarım demekten geri durmayacak kadar bencilleşebilir. İstisnalar elbette olacaktır. Bu ifadeyi bir genelleme olarak alınız ve alınganlık yapmayınız.
*

Bu durum, ekonomi biliminin menfaatçi diye tanımladığı beşerin, kendi faydasını artırmaya çalışırken menfaatçi davranmasının paylaşımcılık veya işbirliği geliştirmenin önünde engel olmadığını gösterir. Tam tersine, paylaşarak daha fazla kazanacağını öğrenen kişi, iş birliklerinin verdiği güç ile paylaştığından daha fazlasını kazanabileceğini anlar ve bunu da menfaatini artırmak için kullanır.
*

Sorun paylaşmayı bilende değil, paylaşmayı ve işbirliği yapmayı bilemeyendedir yani ilkel menfaatçilerde… Oysa doğa şartları gereği yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğrenen kişiler menfaatleri gereği daha fazla yardımlaşır, paylaşır, daha fazla işbirliği yaparlar. Ancak paylaşımcı kişiyi menfaatçilik dürtüsü ile kandıran ve dolandıranlar da az değildir. Bunlar büyük zenginlikleri küçük menfaatleri için mahvederler.

*

Burada aslında ilkel ve bencil menfaatçilik dürtüsü etkisi altında taktik düşünme seviyene takılı kalarak, stratejik düşünme seviyesine çıkamama sorunu vardır. Yani “yüz liranın yüzde onuna sahip olmakla, on liranın yüzde yüzüne sahip olmak arasındaki farkı” anlayacak seviyede düşünememe ve işbirliklerini güç birlikleri haline getirecek yapısal ve kurumsal becerileri geliştirememektir sorun.

*

Bu konulara bir de küresel boyutta bakalım; ABD merkezli, büyük şirketlerin çoğu, öyleki tek başına Türkiye’den daha etkili bir ekonomik güce sahip olacak kadar büyük şirketlerin tek bir sahibi yoktur, sayılamayacak kadar çok sayıda yatırımcıya aittir o devasa şirketler. Yani küçük birikimler, işbirliği yaparak büyük şirketleri doğurmuştur.

*
Kendimize bakınca Gonyalı tabiri ile “güccük ossun benim ossun, anahtarı cibimde ossun” yaklaşımı yüzünden böyle, dünya çapında başarılarımız yoktur. Menfaatçi olmak kazanmak için gereklidir elbette ancak, her zaman yeterli değildir! Çoğu zaman kısa vadeli menfaatlerimize zarar verse de uzun vadeli başarılar için paylaşmayı, iş birliği yapmayı da öğrenmek gerekir…

*

Rüzgar yelkenli gemileri yüzdüren güç olduğu kadar, aynı rüzgar (fırtına şeklinde gelince) gemileri batıran güce dönüşür”… Menfaatçilik, hırs da böyledir; kazanmayı sağlarken, kaybetmeye de sebep oluverir bazen. Hem de ne olduğunu anlamadan.

*

Dağlı ovalı ayırmadan, küresel ölçekte başarı sağlamak için “pozitif bencillik” ve “gerçekçi menfaatçilik” ile paylaşımcı işbirliği kültürümüzü geliştirmeyi öğrenmemiz gerekir. Tabi bunun için de kurumsal ve hukuksal yapılar, sistemler geliştirmelidir. Zaten beşer seviyesinden insan olma seviyesine geçişini bir göstergesi de kişilere göre değişmeyen sistemler kurabilmektir.

*
“Pirincin içindeki beyaz taştan korkmalı” atasözünün ışığında birlik bilincimizi azaltan, yavaşlatan, zayıflatan unsurlara karşı uyanık olarak, sanayide, tarımda, ticarette, işbirliklerini, güçleri birleştirmeyi teşvik etmemiz gerekir.

*

Pozitif bencillik ve gerçekçi menfaatçilik derken, ne demek isteğimi aşağıdaki dört farklı beşer türünün tanımı ile ifade edeyim;

Dördüncü sınıf beşer, kendisi kaybederken başkalarına da kaybettirir.
Üçüncü sınıf beşer, kendisi kaybederken başkalarına kazandırır,

İkinci sınıf beşer, kendisi kazanırken başkalarına kaybettirir,

Birinci sınıf beşer, kendisi kazanırken başkalarına da kazandırır,

*
Yani bir başka deyişle “başarı bir bir olmakta değil, “bir arada” olmaktadır”… Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi