Zaman, tıpkı kumun parmaklarımız arasından hızla akıp gitmesi gibi, hayatımızda da durmaksızın ilerliyor.
Haftalar, günler, aylar adeta birbiri ardına dizilmiş boncuklar misali, hızla kayıp gidiyor. Etrafımızdaki her şey bir telaş içinde, sanki bir varış noktası belirlenmiş ve biz de o noktaya ulaşmak için nefes nefese koşturuyoruz.
Evet, modern hayatın karmaşası içinde kendimizi kaybolmuş hissetmemiz oldukça doğal. Sosyal medya, iş hayatının yoğunluğu, tüketim çılgınlığı gibi faktörler, zaman algımızı ciddi şekilde etkiliyor.
Dakikalar saatlere, saatler günlere dönüşüyor ve biz nefes alacak vakit bulamadan kendimizi bir sonraki işin, bir sonraki etkinliğin içinde buluyoruz. Bu koşturmaca içinde unuttuğumuz en önemli şey ise belki de yaşamın kendisi
Bu hızla akan zamanın içinde kendimizi nasıl bulabiliriz? Belki de cevabı yavaşlamakta, anın tadını çıkarmakta ve kendi iç sesimizi dinlemede yatmaktadır. Bir kitap okumak, doğada yürüyüş yapmak, sevdiklerimizle vakit geçirmek gibi basit eylemler bile zamanı yavaşlatabilir ve bize huzur verebilir.
Unutmayalım ki, zaman bir nehir gibidir. Biz bu nehirde yüzen küçük birer tekneyiz. Ne kadar çabalarsak çabalayalım, nehrin akışını durduramayız.
"Zaman, bekleyenleri değil, kovalayanları sever." Ancak unutmayalım ki, zamanı kovalamak yerine, zamanın bize sunduğu güzellikleri keşfetmeye odaklanmak daha anlamlı olacaktır.
Ne dersiniz, siz de zamanın hızına yetişmeye çalışırken kendinizi kaybolmuş hissediyor musunuz?