Yılmaz Sandıkcı
Tarihin Feraseti
Öyle konuşuyorlar ki, milletin bir kısmını etki altına alıyorlar. Sonra, önceki konuşmalarını yalanlayan şeyler konuşuyorlar yine de milletin bir kısmını etki altına alıyorlar. Konuşmaya devam ediyorlar. Konuştuklarındaki çelişkileri hiç umursamıyorlar! Çünkü etki altına aldıkları milletin bir kısmı tutarsızlıkların farkına varacak kadar düşünemiyor bile! İşin aslını hiç araştırmıyor, sorgulamadan kanıyor! Hatta birbiri ile çelişen bilgilere bile aynı anda kanıyor.
*
Doğru bir tane ise birbiri ile çelişen bilgilerden biri dışında hepsi yanlıştır! Ancak hangisi yanlıştır? Onu bilemiyorsan çelişkili bilgilerin hepsinden de uzak durmak gerekir… Son dönemde, birbiri ile çelişen bilgileri bile aynı anda doğru kabul edenler çoğaldı. Bu davranışın cahillik işareti olduğunu da bilmiyorlar. Yetmiyor, cahillik ile övünmeye başlıyorlar. “Cahilin ferasetine güvenirim” diyebilen bir tipi takip ettikleri için “feraset olsa cahilliğin olmayacağını” fark etmiyorar! Feraset sahibi kişi sorgular, bilmediği konuda bile sezgileri ile doğruyu arar, öğrenir, cahillikten kurtulur. Çelişki üzerine çelişki ile dolan beyinleri, beyin ishali hastalığına yakalanıyor, konuştukça çirkin kokular yayıyor ama alışmışlar ya o kokuya, rahatsız olmuyorlar.. Dedem duymuş diye başlayan söylentilere kanmanın nasıl bir cahilik işareti olduğunu fark etmiyorlar.
*
Menderes, Özal, Erdoğan… Ağzı olan konuşuyor, Türkiye’ye üç lider geldi başka da gelmez diyor. Menderes, Özal, Erdoğan… Diğerlerini, ekmeği karneye bağlamakla, Türkiye’yi IMF’ye teslim etmekle, yağ, gaz, şeker kuyrukları ile suçluyorlar... Tarihteki olayları tarihin şartlarında değerlendirmek yerine bugüne göre bakıp çarpıtıyorlar. Bu davranışın da cahillik işareti olduğunu bilmiyorlar.
*
Ekmeği karneye bağladı diye İsmet İnönü’yü suçlayanlar, o dönem dünyada ekmeği karnesiz alan var mıydı acaba? diye hiç soruyor mu! 1929 yılında başlayan dünyanın en büyük buhranı (ekonomik bunalım) yüzünden dünya ticareti daha önce benzeri görülmemiş bir yıkım altında, yüzde 65 azalmış. Yeni kurulan ve kalkınması için hem ihracata hem ithalata ihtiyaç duyan Türkiye böyle bir buhran ile yüzleşmiş! Henüz buhrandan kurtulmadan ikinci dünya savaşı çıkmış ve beş yıl devam etmiş. Büyük savaş 1945 yılında bitince herşey güllük gülistanlık mı oluverecek? Geçen 16 yılın yıkımı hala devam ediyor. Bunu görmezden gelerek, ekmeğin karneye bağlanması üzerinden siyaset yapanlar ne kadar dürüst, ne kadar samimi? Ya bunlara kananlar?
*
Ardından 1950 yılında Menderes hükümetleri geliyor. Bir rahatlama bir bolluk… Ne kadar güzel! Ve Türkiye Cumhuriyeti maliyesi 1958 yılında borçlarını ödeyemeyeceğini ilan ediyor bir tür iflas ediyor yani! Niçin kimse anlatmıyor Menderes döneminde iflas anlamına gelen moratoryum ilan ettiğimizi?... Bu dönemi takip eden 1960 darbesinden sonra, borç yönetimi için IMF ile anlaşmak zorunda kalıyoruz. IMF konusundaki yazılarım gazetemizin internet arşivinde var. Geçmişin borçlarını temizlemek için on yıl IMF politikaları ile bocalıyoruz. 1970 yılından sonraki on yıl Erim, Öztrak, Talu, Ecevit, Irmak hükümetleri döneminde IMF’den uzak durmaya çalışıyoruz. 1974 yılında, onca zorluk ve sıkıntıya rağmen, Kıbrıs’ı kurtarıyoruz. Kıbrıs’ı bize vermek istemeyen devletler ambargo üstüne ambargo koyuyorlar. Bir yandan kalkınmaya çalışırken diğer yandan bağımsızlığından taviz vermeyen Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerine ambargolar ile vurulan darbeler yüzünden başlayan yağ, şeker gaz kuyrukları üzerinden siyaset yapanlar ne kadar dürüst, ne kadar samimi? Ya bunlara kananlar?
*
1980 darbesi ile IMF dönemi yeniden başlıyor. Özal geliyor… Irak’a operasyon yapma hazırlığına girişen ABD’nin bir garip desteği var. Yine bir rahatlama, bir bolluk! Peki sonuç ne olur dersiniz. Özal’ın “bir koyup üç alacağız” dediğini babalarınız bilir, peki ne aldık?
*
Çiller, Erbakan, Ecevit ile geçen yıllar sonunda bir umut olarak seçilen Erdoğan dönemine gelince, nedense Irak’a ikinci operasyonunu yapmaya hazırlanan ABD’nin yine garip bir desteği dikkat çekiyor. Bir rahatlama, bir bolluk! Sonuç ne olacak dersiniz. Bu kadarını da dedelerinizden veya babalarınızdan dinlemek yerine kendiniz anlamaya çalışın.
*
Dikkat edin ve “haklı çıkmak için konuşanlar ile hakikati ortaya çıkarmak için konuşanlar” arasındaki farkı anlayacak kadar feraset sahibi olmaya çalışın!.. Selam ve dua ile.