Yılmaz Sandıkcı
İlim Mi Bilim Mi?
Hepimiz tatlı bir tebessümle hatırlarız, hani hocamız bir gün, bir gün ceviz ağacının gölgesine uzanmış, dalgın dalgın çevreyi izlerken; Kocaman ağaçların güçlü ve kalın dallarında küçük küçük meyveler yetişirken ayakta bile duramayan yerde sürünen, ince ve güçsüz otların zayıf dallarında kabak gibi, karpuz, kavun gibi koca koca meyveler sebzeler yetişiyor diye düşünmüş ve “tam tersi olması gerekmez miydi?” diye sormuş kendi kendine…
*
O sırada ağaçtan bir ceviz, tık diye kafasına düşüvermiş. Kendine gelen hoca kafasını kaşırken ey Allah’ım senin hikmetinden sual olunmaz elbette, iyi ki şu koca koca kabaklar ağaçta yetişmiyor. Yoksa şimdi ne olurdum halim? demiş ve şükretmiş haline… Köye dönünce da başına geleni anlatmış her gördüğüne, dinleyenler de gülmüş kendisi de. Kulaktan kulağa yayılmış hikaye ve gelmiş günümüze. Biz de güleriz bu hikayeyi duyduğumuz her seferde.
*
Bir de şu hikayeye bakalım; Elin adamının biri aynı bizim hoca gibi, bir elma ağacının gölgesine uzanmış, dalgın dalgın çevreyi izlerken, kafasına küt diye bir elma düşmüş… Kendine gelmiş ve kafasını kaşırken bi kafasına düşen elmaya bakmış, bi de başını kaldırıp yukarıdaki ağacın dallarına ve dallardaki elmalara bakmış… Ve… Düşünmeye başlamış, bu elma dalından kopunca niçin sağa, sola veya yukarı doğru gitmiyor da aşağıya doğru düşüyor? Niçin? Neden? Nasıl? vs vs vs diye sordukça, sormuş. Sorularına cevap buldukça yeni sorular çıkmış ortaya.
*
Köye gelince elin oğlu, başına geleni ve aklından geçenleri anlatmış anlayacağını düşündüğü kişilere… Mektuplar yazmış birilerine. Kafayı iyice takmış bu işe, soru, cevap, soru, cevap sürmüş gitmiş böylece. Yeni sorular yeni cevaplar derken, soru cevap yetmez olmuş ve cisimlerin hareket tarzını gözlemlemeye, notlar almaya, çizimler yapmaya başlamış elin adamı! Cisimlerin doğru bir çizgi üzerinde, sağa sola yalpalamadan doğruca yere düştüğünü fark etmiş. Ve yerin cisimleri kendisine doğru çektiğine kanaat getirmiş elin oğlu. Buna bir de ad takmış: Yer çekimi!…
*
Bu hikayeyi duyanlar arasında bu işe kafayı takanlar çoğalmış; Sorular cevapları, cevaplar yeni soruları getirmeye devam etmiş. Yer niçin çekiyor? Diğer cisimler de çekiyor mu? Nasıl bir güç ile çekiyor? Bu gücü hesaplayabilir miyiz? Tüm bunları başka insanların anlayacağı şekilde nasıl yazabiliriz? Bu çekim gücünden kurtulursak uçabilir miyiz? Uçmak için yer çekiminden nasıl kurtulabiliriz? Uçabilmek için yer çekimine karşı ne kadar bir güç gerekir? Bu gücü nasıl sağlayabiliriz? Vs vs… Sorulara da cevaplara da sözler, harfler yetmez olmuş. Matematik, fizik girmiş işin içine. Yeni fomüller yeni semboller uydurmak gerekmiş anlamak ve anlatmak için ilgilenenlere.
*
Bu hikayeyi duyduğumda, insanlığın uzay macerasının elin oğlunun kafasına düşen bir elma ile başladığını düşünürüm hep! Ve bizim hocanın hikayesi ile elin oğlunun hikayesi arasındaki farkın kaynağını sorarım, anlamaya, anlatmaya çalışırım. Kimisi katılır bu çabama, kimisi saçmalama der kısaca.
*
Bizim hocanın gözlem, duyum ve nakil gibi kaynaklardan biriken malumata dayanan düşünme türünün ortaya çıkardığı sonuçlar ile elin oğlunun gözlem, duyum ve nakil gibi kaynaklardan biriken malumata dayanan düşünme türüne “akli bir sorgulama” uygulayınca ortaya çıkan sonuçların nasıl farklılaştığını görüyorum.
*
Malumat denilen naklî birikime aklı süzgecinden geçen bir “akli sorgulama” uygulayarak yapılan düşünsel işlemin sonunda ortaya çıkan ve test edilerek doğrulanabilen şeylerin “bilgi” olarak adlandırılması ve malumat ile bilgi arasındaki farkın bi şekilde ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. Buradan hareketle, malumat ile düşününce ilim çoğalıyor, bilgi ile düşününce bilim oluşuyor diyorum. Ve bu farkı önemsiyorum. Ayrıca ilim konularında tek aşamalı düşünerek varılan sonuç yeterli olurken, bilim konularında çok aşamalı düşünmek gerekiyor, hatta düşünce üzerinde bir daha düşünmek gerekiyor.
*
Yani sözün özü, düşünce üzerinde düşünmeyi bilenler ilimden bilim çıkarıyor, bilimi üniversitede besliyor o bilim ile icatlar yapıyor, icatler ile sanayi kuruyor, yeni teknolojiler geliştiriyor! Gelişiyor! Zamanla rakiplerine üstün geliyor! Malumat ve ilimden gidenler ise medrese kuruyor, yeni bir şey icat edemiyor, nakil ile aklı arasındaki farkı anlamadığı için taklit etmeyi veya kopyalamayı marifet belliyor.
*
Düşünce üzerinde düşünemeyenler ilimden bilim çıkaramadığı gibi, bilim çıkaranlara düşman oluyorlar. Kendileri kandırılmış takipçilerinin sırtından rahat geçinirken, takipçilerini düşünmekten, aklını kullanarak sormak, sorgulamaktan uzak tutmaya çalışıyorlar. İlim okyanusunun içinde ama denizde susuzluktan ölmek gibi bir kısır döngüye mahkum ediyorlar takipçilerini bunlar.
*
Bu durumdan rahatsız olanlar, işin aslını anlayanlar, durumu düşüncesizce kabul edenlere anlatmaya çalışıyor ama anlamayanlar bu sefer anlatanlara cephe alıyorlar… Selam ve dua işin aslını anlamaya ve anlatmaya çalışanlara.