Yılmaz Sandıkcı
Coğrafya mı Kader, Dönem mi?
Okuyan beşer içinde adını duymayan yoktur, İbn-i Haldun; aslen Yemenli ancak 1332 yılında Tunus’ta doğmuş, Magribî denilen Kuzey Afrika coğrafyasında yaşamış ve ömrünün son dönemini geçirdiği Mısır’da Ed Devlet-i Türkî döneminde 1406 yılında ölmüş bir Müslüman düşünürdür.
*
Mağrib’deki istikrarsız ve entrika dolu siyaset anlayışının sonucu olarak 2 yıl hapis de yatmış olan İbn-i Haldun, Müslümanların adı ile övündüğü, Hristiyanların ise fikirlerinden öğrendiği bir düşünür olarak modern yöntemle tarih yazımının, sosyolojinin ve ekonominin öncü bilginlerinden kabul ediliyor.
*
Yaşadığı coğrafyadaki bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman olarak Fas, İspanya, Tunus ve Mısır'da üst düzey görevlerde bulunmuş. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi tarihe “bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması” olarak geçmiş.
*
Yaşamı ve siyasî birikimi ile yazdığı, en önemli eseri Mukaddime’de devleti ve toplumu incelemiş; devlet ne Tanrı buyruğudur ne de tek tanrılı dinlere özgü bir kurumdur diyerek hükümdarlık ile peygamberliği karıştıranları eleştirmiş, peygamberlik ile hükümdarlık arasında hiçbir ilişki olmadığını savunmuştur… Bu düşüncesi devleti ve devlet yönetcilerini kutsallaştırmasının hem mantık hem de iman açısından yanlış olduğu şeklinde anlaşılır. Ancak devlet gücünü elinde tutanların dinin gücünü de yanına alma arzusu yüzünden, böyle doğru bir tespit övünmekten öğrenmeye zaman bulamayanların çoğunlukta olduğu bizim coğrafyamızda hak ettiği yeri alamamıştır.
*
Yukarıdaki tespiti anlayanlardan, beşerin fıtratından kaynaklı bu marazı görmesi beklenir. Bu maraz her dinde aynı sonucu doğurmuştur ancak din ile siyaseti ayırarak bu marazı tedavi eden toplumlar gelişirken, din ile siyaseti ayırmayı dinsizlik gibi gösterenlere aldanarak bu maraz ile yaşayama alışan toplumlar geri kalmış ve bunun suçunu da kadere atmış, kendisinde hiç suç aramadan, hep başkalarını suçlayarak günümüze gelmiştir.
*
Yerleşik düzenin ve devletin doğasında huzurun, rahatlığın ve sükûnetin olduğunu söyleyen İbn-i Haldun’un “uzun süre iktidarda kalan hanedanların idaresindeki devletlerin insanlar gibi ihtiyarlayıp, kaçınılmaz şekilde çöker” sözünü de şöyle anlamak doğru olur; güce, huzura, rahata, lükse ulaşan beşer bu durumu sürdürmek için her yolu mubah görmeye başlar, rakiplerini torpil ile elemeyi ahlaken bir sorun görmez hale gelirler, hak etmediği mevkide oturup, yağlı ballı katmerli maaşları yerken kendisini uyaranları dinlemezler, gücü-otoriteyi paylaşmak istemezler, güçlendikçe muhalefet edenleri daha çok susturur, sadece yalakaları dinlerler ve zamanla yanlışlar çoğaldıkça en yakınlarından bile şüphe duymaya başlarlar. Şüphe korkuya dönüşür, dostu düşmanı ayıramaz hale gelirler sonuçta birbirlerini yemeye başlarlar…
*
Bu duruma düşen toplumlar, halklar, milletler ve tabi devletler, bu maraz yüzünden gerçekler ile yüzleşme refleksini, dinamizmini kaybederler, tüm canlılar gibi ihtiyarlar, güçten düşer ve kaçınılmaz bir şekilde çökerler.
*
Tarihe bir bakın, en büyük en güçlü devletler nasıl çökmüşler, çökmeyenler, nasıl kurtulmuşlar, hangi yönlerini değiştirmiş, hangi yönlerini geliştirmişler ve yaşamlarını hangi becerileri sayesinde sürdürmüşler?
*
Günümüze bakalım, çok değil 15 yıl önce devlet gücünü yöneten hükümeti, gelmekte olan bir ihanete karşı uyaranlar hapse atılıyordu hem de “devlet gücünü elinde tutanların dinin gücünü de yanına alma arzusundan yararlanarak hükümeti aldatanlar” tarafından… Sonra malum ihanet geldi 15 Temmuz’da… Uyaranları dinlemeyenler, muhalefeti susturmak isteyenler, aldatıldık! dediler… Hapse attıklarını çıkardılar ama boş yere ölenleri geri getiremediler. Halktan ve Allahtan af dilediler. Peki neye yaradı? bilen varsa şimdi söylesinler.
*
Çünkü şimdi, müebbet hapse mahkum edilmiş bir terörist elebaşını topluma “huzur, rahatlık ve sükûnet” beklentisi vaat ederek hapisten çıkarmayı konuşan siyasetçiler, bu ve benzeri politikiların yanlış olduğu için muhalefet eden ve uyaran bir siyasetçinin hapse atılmasına seyirci kalıyor hatta alkışlıyor…
*
İbn-i Haldun şu manzarayı görseydi, ne derdi sizce? Selam ve dua ile…