Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Bir Pirinç Tanesi

Gün geçmiyor ki, insanlar, insanlığa yakışmaz durumlara düşmesin. Bir yanda açlıktan ölen bebeler, bir yanda tokluktan hastanelere düşenler. Bir yanda yurdundan sürülen, başka ülkelere sığınanlar, diğer yanda yurdundan kaçmak için ölümü göze alanlar.

*

Çoğunlukla düşmanca planların sonuçları bunlar ama kim düşman? Kim kime düşman? Niye düşman? Öyle durumlar var ki, insan aklı almıyor! Kendi düşüncesizlikleri yüzünden başlarına gelen bela için başkalarını suçluyorlar, kendi kusurlarını düşünmemek için suçlayacak düşman arıyorlar hatta çoğu zaman uyduruyorlar! Bu durum aslında tanımlanmış bir “psikolojik hastalık” biliyor musunuz?

*

Böyle hasta toplumlar, aynen bireylerde olduğu gibi yanında, yakınında olan toplumları, halkları hatta gücü yeterse milletleri de kendi seviyesine çekmek, yanına yoldaş etmek için türlü yollar deniyorlar… Hastalığını bulaştırıyor yani bir başka deyişle hastalığını ihraç ediyor bunlar! Bu hastalık toplumsal olunca, bireylerden farklı olarak nesilden nesle kayabildiği için farkına varmak, anlamak, teşhis koymak ve tedavi aramak zor oluyor tabi.

*

Bölgemizde, şahit olduğumuz vahşet insana yakışmaz seviyeleri çoktan aştı. Peki, zalim nasıl bu kadar vahşi olabiliyor, mazlum niçin bu kadar çaresiz kalabiliyor? Birçok cevabı ve açıklaması olabilir bu soruların.

*

Gezdiğim onlarca ülkede gözleyebildiğim kadarı ile mazlum toplumların başlarına bela geldiğinde nasıl davrandıkları belirleyici oluyor, genelde zamanında tedbir almak yerine canı yanınca tepki vermek gibi bir kolaylığı tercih ediyor çoğu. Tepki verirken de başkalarını suçlamak, düşmanı suçlamak, kaderi suçlamak gibi yönetmeler ile rahatlıyorlar. Hatırlayalım rahatlık, rehavet gelişmenin en büyük düşmanıdır!

*

Bu toplumlarda ki sorunların başında, işin aslını aramak yerine komplo teorilerine kanmak, kendi tarihini öğrenmek yerine düşman yalanlarını tarih diye anlatanları dinlemek, hain ile kahraman arasında doğru seçimi yapamamak, dinin manasını öğrenmek ve uygulamak yerine dini şekilleri taklit etmekle yetinmek geliyor… Bunlar akıl ile olaylar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini sorgulayarak düşünmek yerine, algı ile düşünmek gibi, altında büyük tembellik yatan yanlışlardan kurtulamıyorlar.

*

Bunlar düşman düşman düşmanlık etmek için vardır, düşmanı düşmanlık etti diye suçlamak ahmaklıktır. Önemli olan düşman bizim hangi yanlış politikamızdan fırsat buldu, hangi zayıf yönümüzden cesaret aldı sorularına cevap aramaktır. Düşmanı suçlayıp bizi rahatlatanlara kanmamaktır… Gibi gerçekleri anlayacak düşünme becerisi geliştirmiyorlar. Başkasını suçlayarak rahatlamanın verdiği rehavet içinde yanlışa gömülen kişinin, titre ve kendine gel gibi disiplin gerektiren bir eğitimden geçmesi gerekirken, maalesef mazlum toplumlarda hem disiplin anlayışı, hem de eğitim sistemi ihtiyaçları olan silkinmeyi sağlamaktan çok uzak kalıyor.

*

Eğitim ve disiplin deyince aklıma Japonlar geliyor. Zalim, mazlum, vahşet deyince de aklıma Japonlar geliyor. Aklıma Japonlar gelince eğitimin, okul ile sınırlandırılmayacak bir süreç olduğunu hatırlıyorum.

*
Bu vesile ile Japonya ile çalıştığım dönemde öğrendiğim bir hikâyeyi paylaşmak isterim; Japonlar, ilkokul çocuklarına sayı saymayı henüz öğrenmeye başladıkları yaşlarda şöyle bir soru soruyor “Her Japon tabağında bir tane pirinç tanesi bıraksa ve bu pirinçler çöpe atılsa, her öğünde ne kadar pirinç israf edilmiş olur? Japonya’nın nüfusunu 130 milyon civarında düşünürsek ve kolaylık olsun diye 1 pirinç tanesini 1 gram pirinç olarak alsak her öğün kişi başı 1 gramdan 130 ton pirinç çöpe gider…

*

Japon çocukları matematik öğrenirken, bir de israf bilinci öğreniyor bu basit soru ile… Ve devamında tabağına yiyeceği kadar yemek almayı ve israf etmemeyi… Yani disiplinin bir küçük kuralını öğreniyorlar. Bunu, Türkiye’de bulgur üzerinden soralım çocuklarımıza, güncel nüfusumuz 84 milyon olduğuna göre tabakta kalan 1 gram bulgur yüzünden 84 çöpe gidiyor. Çocuk bu, belki anlamaz diye kaç kamyon olduğunu da sormak gerekiyor. Peki, bu Müslüman’a yakışır mı?

*

Matematik öğrenmeyen toplumlarda adalet gelişmez diyorlar ya aslında işin ucu mantık öğrenmeye kadar gidiyor ve mantık yoksa ne eğitim işe yarıyor ne disiplin. Bunlar silkin kendine gel sözünü bile anlamıyor.

*

Bu kadar basit sözleri anlayan toplumlar, kader gibi derin bir kavramı anlar mı? Bakınız kader denilince bazı milletler “aklında yazan” plan için çalışmayı anlıyor, bazı milletler ise kader denilince “alnında yazılanı” çektiğini zannettiği için her türlü oyuna tuzağa razı oluyor… Sonra başa bela gelince veryansın ediyor düşmana… Eeee, çözüm oluyor mu? Bilileri rahatlıyor belki ama kime hizmet ediyor bu rehavet?
*
Bir pirinç tanesin, küçük diye hafife almayın. Sözcükler de öyle küçükler ama büyük anlamlar taşıyor hepsi de tabi anlamasını bilene. Sorunların sebebini, işin aslını anlayarak çözüm bulmaya çalışanlara selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi