Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Türkü Deyip Geçmeyin

Bestesi kadar güftesini de dinleyin, hikâyesini de anlamaya çalışın derim… Geçen hafta gazetemizde Banu Çiçekçi imzalı “Konyalıların en çok sevdiği türkünün hikâyesi yürek burkuyor” başlıklı haberi görünce 2014, Eylül ayından “Küçük Şeyler” başlıklı yazımı hatırladım.

*

Şöyle özetleyeyim izninizle; Sabah işe giderken açıyorum radyoyu gazetelerden haber başlıklarını dinliyorum, haberler içimi sıkarsa geçiyorum bir müzik kanalına. Peki, müzik de içimi sıkarsa ne yapacağım? Sabah sabah dinç ve neşeli bir şekilde işe gitmek varken, hüzünlü, acılı şarklar, türküler ile enerjiyi düşürmek niye? Dinleme arkadaş, başka kanala geç. Sen de haklısın kardeş! Ama sabah sabah sırası mı ağıtın hüznün? Bırakın millet işine gücüne daha bir enerjik, daha bir coşkulu gitsin, radyocular siz de buna katkı sağlayın lütfen… Acılı, hüzünlü müziği öğleden sonraya, akşama, geceye saklayın.

*

Sabah saatlerinde coşku verin işine giden insanlara, neşe, moral verin, enerji verin. Kötü mü olur?

*

Bu konu ilk 1994 yılında dikkatimi çekmişti. O zaman Konya’ya uçuş yok, yurt dışından aldığımız makineleri kurmak için gelen mühendisleri veya bazen de yurt dışından gelen müşterilerimizi almak üzere Ankara, Esenboğa havaalanına gidiyorum sık sık. Konya - Ankara arası böyle çift yol filan da değil o zamanlar. Yol uzadıkça uzuyor ve stres yapıyor. Bir seferinde Konya’ya dönerken İtalyan misafirim radyo açmamı önerdi. Misafirim Türkçe bilmiyor diye yabancı pop çalan bir kanal bulmak için aramaya başladım ancak her kanalda acılı arabesk, ve hüzünlü türküler var. Derken İtalyan “o kanal kalsın” dedi, “ama çok üzüntülü bir parça bu, anlasan ağlarsın, dinlemek istemezsin” dedim. Adam şaşırdı, “müzik çok güzel, coşkulu, hiç üzüntülü gelmiyor bana” diye cevap verdi. Şaşırdım, o güne kadar hiç fark etmemiştim, siz fark ettiniz mi bugüne kadar?

*

Zamanla anladım ki, biz çok ilginç bir milletiz, üzüntümüzü bile oyun havasıyla yaşayabiliyoruz… Eğer bugüne kadar fark etmemişseniz, açın bir türkü, örneğin “hey on beşli on beşli, kızların gözü yaşlı…” türküsünü bir daha dinleyin… Kendi başına bir şaheserdir bence. Çünkü On Beşli Türküsü aynı anda, hem ağıt hem oyun havası olarak ilginç bir örnektir. Her iki şekilde de söylenir. Ve bu durum bir çelişki değil, Türk Milletinin asker kimliğinde çıktığı zirvenin göstergesidir anlayana!

*

On Beşliler Türküsü 1315 (1897-98) doğumlu, 18 yaşını henüz doldurmuş çocuklarını vatan uğruna, özgürlük uğruna savaşa, cepheye, yani bir daha görmemeyi göze alarak, kısaca ölüme gönderen anaların, babaların, ya da askere giden çocukların eşleri, nişanlıları veya yavuklularının yaktıkları bir ağıttır... Bu ağıt, zamanla türküleşirken oyun havasına dönüşmüştür... Bu da, dramatik bir ağıtı bile böyle eğlenceli bir ritimde türküleştiren Türklerin, tüm acılarına ve zorluklarına rağmen doğanın ritmi ile yaşam ile nasıl da pozitif bağ kurabildiğinin göstergesidir.

*

Böyle türküleri çıkaran Türklere, müzik açısından “arabesk öncesi Türkler” demek gerekir bence ve onları anlamaya çalışırsak, kültür kodlarımızı bozan tüm yabancı motifleri kaldırıp atmamıza yeter böyle türküler. Türk milletinin asker karakterini gösterir böyle türküler. Yaşadığı acıyı bastırmak için bir daha göremeyeceği, göremediği oğlunun ardından düğün yapar sanki anne babalar!... Yüreğindeki acıyı vatan sevgisi ile bastırır, şehit olmak, gazi kalmak ile onurlanır. Günümüzdeki asker uğurlama törenlerine bakın, farklı mı? Sanki düğün töreni…

*

Banu Çiçekçi’nin haberindeki “Sille Türküsü” de o türkülerden biridir işte. Bir askerimizin cepheye giderken, yakınından geçmesine rağmen göremediği annesine söylediği bir türküdür… İstersen ağıt, istersen oyun havası olarak dinleyebilirsin. Ruhunun duruma kalmış!

*

Bazılarına “küçük şeyler” gibi görünebilir böyle şeyler ama küçük küçük tuğlalar olmadan koca koca binaları yapamayacağımız kadar gerçektir, üzgün, bezgin, yıkılmış ruh taşıyan bedenlerin başarma isteğinin azalacağı... Sonra bunlar başarısızlıkları için suçu kadere atarlar. İşte o zaman geçmiş olsun!... Kendi kültürümüzdeki coşku, estetik, ironi, espri zenginliğini bırakıp, başkalarının nedenini bilmediğimiz, içimize sıkıntı veren acılı, kahır, inkar ve isyan dolu arabesk müzik kültürünü takip ediyor olmamız gerçekten bizi ilginç bir millet yapıyor… Kendi meziyetlerimizden uzaklaştırmasına rağmen!

*

Küçük şeyleri küçümsemeyenlere selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi