Muhammed Mustafa Çetinkaya
Namazın Önemi
Allah Teâlâ, bütün âlemin, canlı ve cansız bütün varlıkların kendisini zikrettiğini ve O’na secde ettiklerini ayetlerle bildirmektedir. Bütün varlık âlemi, mahiyetini bizim anlayamayacağımız şekilde Cenab-ı Hakk’ı zikretmekte, O’na hamd ve secde etmektedir. Mahlûkatın efendisi olan “insan” da bu işi çok daha kapsamlı ve anlamlı bir şekilde namazda yerine getirir.
Namazı şekil ve mana diye ikiye ayıracak olursak onun şekil yönüne baktığımızda şunu görürüz: Mümin önce gerekli temizliğini yapar, elbisesinin ve namaz kılacağı yerin de tertemiz olduğunu gördükten sonra, tekbir getirerek ellerini kaldırır, dünyayı arkasına atarak namaza başlar. Emre amade bir kul edasıyla kamet bağlar, kıyamda durur, rükûya ve secdeye varır. Bu hâliyle mümin, kâinattaki bütün varlıkların hamdini ve zikrini sembolize etmektedir. Dağlar gibi dimdik ayakta durur, böylece dağların, ağaçların, nebatatın, ayakta duran ve cansız bildiğimiz bütün mevcudatın zikrini yansıtır.
Yüce Rabbimiz insanı kendisine ibadet etsin diye yaratmış, ona doğru yolu göstermek için de Peygamberleri vasıtasıyla dinini göndermiştir. Her şeyin bir temeli olduğu gibi, dinin temeli de namazdır. Nitekim, hutbemin başında okuduğum Ankebût suresi 45'inci ayet-i kerimesinde Yüce Allah, “kitap’tan sana vahyedilenleri oku, namazı dosdoğru kıl. Kuşkusuz namaz (insanı) hayâsızlıktan ve kötülükten men eder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir.” diye buyurmuştur.
Namazın en büyük hikmeti, kulu maddi ve manevi kirlerden arındırması ve Rabbine bağlamasıdır. Bu sebeple sevgili Peygamberimiz, beş vakit namazı, kişinin evinin önünde akan nehre benzetmiş, nasıl ki günde beş defa nehirde yıkanan kişide kirden eser kalmazsa, namazını devamlı ve hakkıyla kılan kişide de günahtan eser kalmayacağını bildirmiştir.
Yine Resülullah’ın ifadesine göre; güzelce abdest alınarak kılınan vakit namazlarının arasında işlenen günahlar, Allah’ın affına mazhardır. Efendimizin namaz hakkındaki bu sözleri, “…Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri yok eder…” ayet-i celilesini açıklar mahiyettedir.
Vaktine riâyet edilerek ve hakkı verilerek kılınan namaz, kul için büyük bir vakit disiplinidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Şüphe yok ki namaz mü’minler üzerine vakitleri belli olarak yazılmış bir ödevdir.” buyrularak, namazın vakitlere göre kılınmasının vazgeçilmezliği ifade edilmiştir.
İnsanı yazın sıcağında-kışın soğuğunda, sabahın alacakaranlığında-gündüz işlerin yoğunluğu arasında, hayatın akışına ara verip Rabbinin huzurunda durmaya sevk eden kuvvet, kul ile Rabbi arasındaki bağdan başka bir şey değildir. Kişi, namazını vaktinde ve gerektiği gibi kılmaya özen gösterdikçe, kalbi Rabbine bağlanır. Böylelikle o, dünyanın sıkıntıları arasında ezilmiş güçsüz bir varlık olmaktan çıkar, iki cihanda Hak Teâlâ’nın aziz misafiri kimliğine bürünür.
Nitekim Yüce Allah bir Hadis-i Kutsi’de sevgili Peygamberimize şöyle seslenmektedir: “Ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Bu namazları vaktinde ve hakkını vererek kılanları cennetime almayı vaad ettim.”
Görüldüğü üzere namaz, bu dünyada insanı kirlerden arındırmakta, ahirette de kurtuluşa erdirmektedir. Her iki cihanda huzura erdiren namaz; Resûlüllah Efendimizin öğrettiği gibi vaktini geçirmeden, mümkünse cemaatle, her türlü gösterişten uzak durularak ve mükâfatı Allah’tan beklenilerek huşu ile kılınan namazdır.
Hutbemi, başta okuduğum hadis-i şerif meali ile bitiriyorum: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir.”