Çifte Minareli Medrese

Bu hafta sizlere Erzurum’un sembolü haline gelmiş bir Selçuklu eseri olan Çifte Minareli Medrese’den bahsetmek isterim

13. yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilen esere, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanları'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmektedir.

Yaklaşık 35x46 metre boyutlarında olan medrese iki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubunun en önemli örneğidir. 26x10 metre ölçülerindeki avlusu, dört yönden revaklarla çevrilidir. Avlunun her iki tarafında öğrenci ve öğretmen odaları sıralanmaktadır. Çifte Minareli Medrese'nin özellikle taç kapısında bulunan bezemeler, Selçuklu taş süslemesindeki estetiği gözler önüne sermektedir. Bezemelerde ağırlıklı olarak bitkisel ögeler kullanılmıştır. En çok palmet ve rumi motifleri kullanılırken, her ikisinin de birbiri ile uyumu dikkat çekmektedir. Minarelerde turkuaz rengiyle dikkat çeken panonun içinde Arapça "Allah" yazmaktadır.

Çifte Minareli Medrese'nin yapılışı ile ilgili iki efsane bulunmaktadır:

Bunlardan ilki Bilge Seyidoğlu’nun Erzurum Efsaneleri adlı kitabında şu şekildedir:

“Çifte Minareli Medrese'yi Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat kızı için yaptırmaya başlamış, ancak bir savaş için yola çıkıp savaş sonucunda da sultan şehit düşünce medresenin yapımı yarım kalmıştır. Aynı rivayet içinde yer alan bir detay olarak sultanın şehadeti dolayısıyla medresenin inşasında çalışan mimarlar, ustalar ve kalfaların emeklerinin karşılığını alamayınca işlerini bırakarak ayrıldıkları yönündedir. Böylece medresenin inşası da yarım kalmıştır.”

Bilge Seyidoğlu’nun kitabında gördüğümüz ve halk arasında daha çok bahsi geçen ikinci efsaneye göre ise:

“Medresenin inşasında görev alan bir usta ile çırağı arasında geçen bir olay anlatılmaktadır. Meşhur çifte minarelerin biri usta biri de çırağı tarafından yapılmaktadır ve çırağın işi zamanla ustasından daha gösterişli bir şekil almaktadır. Gerçekten de ustanın yaptığı sağ minareye göre sol minare daha sade ve daha kolay işçilikli bir halde yükselmektedir. Sadelikle çalışan usta bunun farkına varmış, gerçi çırağını da biraz kıskanmış ama bu hususta fazlaca da konuşmamış belki konuşmayı gururuna yedirememiş. Nihayetinde yaptığı işin farkında olan çırak da giderek bir gurura kapılıp ustasını geçtiğine ve kendisinin ondan daha da usta olduğuna inanmaya başlamış. Zira yükselen minarelere bakan halk da daha çok çırağın işini seyredermiş. Rivayete göre çok sıcak bir günde yine minarelerde çalışma devam ederken gurur içindeki çırak, öteki minarede çalışan ustasına seslenerek su ister olmuş. Bu hâl karşısında gururu incinen ve çokça üzülen usta, yüzyıllardan beridir çokça söylendiği şekilde; "Usta idim oldum şegirt, Al bardağı suya seğirt." diye eseflenerek kendisini minareden aşağıya atmış. Bunu gören çırak ise hatasını fark edip bu hale daha da fazla üzülerek "Ustam gitti ben ne dururum?" diyerek peşi sıra o da kendini diğer minareden aşağıya atmış. Çalışan işçiler bu olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişler. Böylece minarelerin inşası da yarım kalmış. O günden bugüne tamamlanmamıştır.”

Harap halde iken Osmanlı padişahlarından 4. Murad tarafından tamir ettirilen ve bir süre "tophane" olarak kullanılan medrese, 1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi, günümüzde ise hem müze hem de resim sergi salonu olarak hizmet vermektedir.

Çifte Minareli Medrese hakkında Evliya Çelebi'nin şu sözleri ise oldukça manidardır;

"Bu cami termim edilse kürre-i arzda misali bulunmaz bir eser olur."

Rivayetlerden hangisi doğrudur bilinmez ancak yıllara meydan okuyan ihtişamı ile Çifte Minareli Medrese halen ziyaretçilerin gözlerini kamaştırmaktadır.

Ecdat yadigarı bu eserlerin kıymetini bilip, tarihimize sahip çıkmak temennisi ve emeği geçen tüm büyüklerimize birer Fatiha hediye etmek duasıyla.

Sevgi ve saygı ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Özel Arşivi