Emrullah Nergiz

Emrullah Nergiz

Hz. Muhammed ve Medine-İ Münevvere

Kul İn Küntüm Tuhibbun Allahe Fette Biuni Yuhubi Kumullah (Habibim kullarıma söyle eğer beni seviyorlarsa sana tabi olsunlar ki bende onları seveyim, günahlarını affedeyim. Muhakkak ki ben merhametliyim, bağışlayıcıyım.)

Peygamber Efendimiz (SAV) ‘ilk evvel Allah benim nurumu halk etti’ buyurdular. Hz. Muhammed (A.S) enbiya ve resulün yani bütün peygamberlerin serveri, evliyanın ve asfiyanın rehberi insanların ve cinlerin peygamberidir. Allah’u Teâla, onu kendi nurundan yaratmış, nuri peygamberi her şeyden evvel yaratılmış, ba'si ise cemi enbiyadan sonradır. Ahir zaman nebisidir. Kendisinden sonra ne nebi, ne de resul gelir. Son peygamberdir. Hatem-ül enbiyadır. İsmi şerifi yerde Muhammed (AS) gökte Ahmed (AS) mahşer günü ise Mahmud ism-i şerifi ile yâd olunacaktır. Kuran-ı Kerimde (Vema Erselna keilla Rahmetelil Âlemin) “Habibim ben seni âlemlere rahmet olarak gönderdim” buyrulmuştur. Arş ve kürsi, yerler ve gökler içlerinde bulunan bütün mahlûkatlar ve bunların cümlesinin hilkatleri ve nimet bulmaları hep senin hürmetindendir.

HZ. MUHAMMED’İ (SAV) GÖNÜLDEN SEVMEK

Hadisi kutside Cenab-ı Rabbül âleminden naklen, “Resulüm ya Muhammed. Eğer sen olmasaydın, bu cihanı yaratmazdım.” diyor. Bir ayeti kerimede de “Kim ki resulüme itaat etti muhakkak bana itaat etti” buyuruyor. Hak Teâlâ hazretleri Nur-u Muhammediye’yi hâlk ettiği zaman, hâlk olunan nur ‘Lailaheillallah’ dedi Allah’u Teâla bu hitabe cevaben “Muhammeden Rasulüllah” dedi. Bu iki kelam( Lailaheillah Muhammeden Rasulullah) kelime-i tevhit oldu, kelime-i münciye oldu. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu, “Kullarımdan birisi bu kelimeyi lisanen söyler, kalbi ile de tasdik ederse, Zat-ı tecellime kasem ederim ki bu sözü söyleyen kulumu narda ebedi bırakmam” dedi.

Kâinatın efendisi (SAV) Hz. Ömer’e (R.A) “Beni ne kadar seviyorsun ya Ömer” diye sordu. Hz. Ömer cevabında “Ey Allah’ın Resulü nefsim müstesna seni her şeyden fazla severim” deyince, “Vallahi ya Ömer sen kâmil mümin olamadın” cevabını verdi. Hz. Ömer bu söz üzerine ağlayarak “Ya Resûlullâh seni şimdi nefsimden de ziyade seviyorum” dedi. O zaman Nebi Ekrem efendimiz “Şimdi mü‘mini kâmil oldun ya Ömer” buyurdular. Demek ki peygamber efendimizi her şeyden ve nefsimizden de fazla sevmedikçe kâmil imana nail olamayacağız. Bu hadis ile sabit oldu.

Bir gün bir Arabi gelerek “Ya Rasûlullâh kıyamet ne zaman kopacak” diye sual etti. Efendimiz bu suale karşı; “Ey Arabi o ilahi bir emirdir. Ne vakit ise o vakit mutlaka olacaktır. Sen o gün için ne hazırladın?” buyurdu. Arabi: “Ey Allah’ın Rasulü hiçbir hazırlığım yoktur ama ben Allah’ı ve seni çok seviyorum” dedi, efendimiz buyurdular ki “Bu sözünde sadık isen sevdiğinle berabersin.”

Enes (R.A) buyurdular ki: Arabi ile Rasulullâh arasındaki bu muhaveresine sevindiğimiz gibi hiçbir şeye sevinmedik. Zira ahirette Allah Rasulünün derecesi yükseklerde olacağından. Biz ise aşağı derecelerde kalıp onun cemalinden uzak kalırız diye endişe içindeydik. Bu hadise ile anlaşıldı ki derece amel ile değil sevgi ile imiş. Bizler de bunlardan ibret alıp sevgi noktasında gaflet etmemeliyiz. Seven sevdiğinin yolundan gider. Seven sevdiği ile beraber olur. (Ya Rabbi Bizim Kalbimizi Hz. Rasulün Sevgisiyle tezyin eyle, bizi dünya ve ahirette andan ayırma) Âmin.

Âdem Aleyhisselam, memnu ağaçtan yiyince cennetten çıkarıldı ve 300 sene “Ya Rabbena ey bizim Allah’ımız, biz nefsimize zülüm eyledik, sana karşı bizden sana karşı zelle zuhur etti, eğer sen bize rahm edip affetmezsen biz hüsrana kalmışlardan oluruz.” diyerek gözyaşı döktü. Tövbe İstiğfar ederek yalvardı böylece gece gündüz demeden nedamet eyledi. Bir gün tesbihinde “Yarabbi Nur-u Muhammed’in hürmetine bizi affeyle” Allah’ın merhameti ilahisi çuşa gelip “Ya Adem Muhammed’in hürmetine seni ve eşini affeyledim, benim indimde Muhammed’in iyi mevkiini sana bildiren nedir?” deyince “Yarabbi beni yaratıp bana ruh verince gözümü açtım ki senin ismi şerifi ile Muhammed’in ismini cennetin her yerinde müşahede ettim ve bildim ki mevcudat onun için yaratıldı onun için suçlular bağışlanacak” dedi. Allah Celle Celaluhu, “Ya Âdem bir kimsenin denizlerin katresi, güneşin zerreleri kadar günahı olsa Muhammed hürmetine benden af talep etse affederim. Ya Âdem seni cennetten çıkardım. Onun ümmetini cennete koyup bir daha çıkarmam. Bir kimse bana ibadet eylese, ibadetleri yerden semaya kadar olsa, habibi Muhammed’i içinde muhabbet yoksa bu ibadeti kabul etmem. Buyurduğu hikâye edilmiştir.

Yine bir hadise anlatılır. Ben-i İsrail zamanında bir kimse var idi vefat etti. Halk o kimsenin cesedini kaldırıp çöpe attılar. Cenab-ı Hak Hz. Musa’ya o kimseyi defin etmesini emir buyurdular. Hz. Musa buyurdu ki “Yarabbi bu kimsenin benim ümmetimle aralarında husumet oldu ve bu kimse hiç ömründe ibadet etmemiştir bunun hikmeti nedir?” diye sordu. “Ya Musa, o kimse bir gün Tevrat’a bakıyordu ve orada habibimin ismini gördü ve onu öptü ve onu yüzüne gözüne sürdü, onun yüzü suyu hürmetine onu cennetime koyacağım” diye hitap buyurdu.

HAHAM’IN TEVRAT’TA HZ. MUHAMMED’E RASTLAMASI

Efendimiz zamanında Şam’da âlim bir Haham vardı. Tevratı şerifi okurken Tevrat’ın dört yerinde efendimizin güzel evsafını medhu senasını okudu. Efendimize hasedinden, hiyanetinden ve düşmanlığından mezkûr sahifeleri yırtıp çıkardı. Ertesi hafta Tevrat’ın sekiz yerinde efendimizin medhu senasını gördü. O sahifeleri dahi söküp yırttı. Üçüncü hafta Tevrat’ı okurken on iki yerde Cenabı Hakk’ın habibi edibini övdüğünü görünce bu sefer tefekküre varıp insafa geldi. Kalbi nuru Muhammediye ile dolu kalbinde iman şulesi yanmaya başladı. Yanında bulunanlara Medine şehri ne taraftadır. Bana tarif eder misiniz diye sordu. Kalbinde aşkı Muhammediye olduğu halde yola koyuldu. Medine şehrine geldiği vakit, güzellikte birazcık Efendimize benzeyen Selman-ı Farisi’ye rast geldi. Efendim ben bir garibim beni ahir zaman nebisine götürür müsün? diye rica etti, Hz. Selman “merhaba gel benimle beraber” diyerek Ravza-yı Mudahhara götürdü.

Hâlbuki efendimiz dört gün evvel irtihal etmiş hakkın rahmetine kavuşmuştu. Medine matem içindeydi. Selman’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Gelen misafiri ise ahir zaman nebisinin huzuruna varacağı için gözleri yaşarıyordu. Her ikisi de gözleri yaşlı olarak Ravza-ı Mübarekenin önüne geldiler. Selman-ı Farisi: “Ey Aşık-ı cemali Muhammedi! O senin görmeyi özlediğin zat ki Allah’ın sevgili kulu Hazreti Muhammed Mustafa bundan dört gün evvel Allah’ın emri vuku bulup dar-ı ahrete göç eyleyerek vasılı Firdevs’i ala oldular.” Dedi. İhtida eden o zat mahzun bir halde “Ey Efendi onu nasip olup görmedim, onu gördün mü? Meclisini oturdun mu, mübarek sesini işittin mi?” dedi. Selman, “Evet onun cemalini gördüm meclis şerifinde oturdum ben onun ehli beytindenim” diyerek orada bulunan Ashâb-ı kiram ile beraber Nebi-yi ahir zaman efendimize selatü selam ettiler. Şam’dan gelen o zat “Ey insanlar içinizde ahir zaman nebisine akraba olan kimse yok mu” deyince Hz. Ali (R.A.) “Ben onun ehli beytindenim. Amcasının oğluyum, vasisiyim, muhterem kerimeleri eşimdir.” cevabını verdi ve ona Allah Rasul’ünün evsafını anlattı.

Bunun üzerine o zat. “Vallahi benim Tevrat’ta Methini gördüğüm ahir zaman nebisi şeksiz şüphesiz. Hz. Muhammet Mustafa budur.”

Resül-ü ekremin kabri karşısında durup şahadet parmağını kaldırarak EŞHEDU diyerek şiddetle ağlamaya başladı. Ahu enin ile “Yarabbi sen büyüksün erhamürrahimsin. Eğer benim sana ve habibi edibine olan imanımı ve tasdikimi kabul buyurdun ise bu kulunun bundan böyle yaşatma. Ruhumu al.” Der demez Allah diyerek secdeye vardı. Ve orada vefat etti.

EFENDİMİZ ÖRNEKTİ

Muhterem kardeşlerim Rasulullahın (SAV) yüksek vasıflarını anlatmak gerçekten bizler için mümkün değildir. Ne yazık ki günümüzde bu aciz kardeşiniz sizlere o Allah sevgilisini anlatmak istiyor. Acaba kendisi anlayabildi mi? Diye sorulsa el cevap, heyhat, kitaplarda yazılı bazı hususiyetleri şöyledir. O büyüklere büyük, küçüklere küçük muamelesi yapardı. Ufak çocuklara iltifat eder. Fukaraya zenginden fazla muhabbet gösterirdi. Zayıflara ve gariplere müşfik ve merhametliydi mütevazıydi. Hasır üstünde oturur, merkebe biner, evinin yiyeceğini kendisi taşırdı, bazen toprağın üzerinde namaz kıldığı olurdu. Fukara hatta gayri müslimlerin hastalarını ziyaret edip hal ve hatırlarını sorarlar idi. Ve fukara kendisini davet etse, icabet ederdi. Buyurdular ki her mahlûka karşı merhametli olun. ALLAH da size merhamet etsin. Hanesinde hizmet eder eşlerini yardımda bulunur, hamur yoğurur, bazen evini süpürür idi. Esvabını diker, koyunlarını sağar, yırtılan elbisesini yamardı. Kendi işlerini kendi görür idi. Bazı işlerde hizmetçisine yardım ederdi. Resulü Ekrem efendimiz. Bütün insanlardan adil, emin, sıdkı bütün idi.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

“Benim kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur.” Diğer bir hadisi şerifte “Beni ziyaret niyeti ile kim gelirse ve benim ziyaretim dışında başka hiçbir kasıt, niyet ve menfaat gütmez ise kıyamet gününde ona şefaat etmeme hak kazanmış olur.”

“Beni ziyaret eden kimseye şefaatçi veya şahit olurum, kim ki haremden birinde vefat ederse Allah(cc) onu kıyamet gününde azaptan emin olanlarla haşreder.”

“Kim benim mescidimde hiç birini kaçırmadan kırk vakit namaz kılarsa kendisi için cehennemden ve azaptan kurtulduğuna dair bir berat yazılır ve münafık olarak ölmekten kurtulur.” (Tebarani)

“Sizden biri benim mescidimde namaz kılmak üzere evinden çıktığı andan itibaren attığı her adımdan birine bir sevap yazar diğeri bir günah siler.”

Ayşe validemizden rivayet edilir ki “Medine’ye geldiğimizde buranın vebalı olduğunu gördük Hz. Ebubekir ve Hz. Bilal efendilerimiz hastalandı. Rasulullah Efendimiz(SAV) ashabının hastalığını görünce şöyle dua etti: “ Allah’ım Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi hatta ondan daha fazla Medine’yi bize sevdir, onu yaşamaya elverişli eyle, onun mahsullerini bizim için bereketli kıl ve hummasını cuhfe ye kadar uzaklaştır.” Dedi. (Buhari ve Müslim)

“Mekke ve Medine dışında deccalın girmeyeceği hiçbir belde yoktur. Medine’nin her girişinde saf tutmuş halde onu koruyan melekler vardır. Sonra Medine içindekilerle birlikte üç kez şiddetle sarsılır. Allah her kâfiri ve münafığı oradan çıkarır.” (Buhari)

İnsanlar olgunlaşan ilk meyveleri gördükleri zaman onu hemen Hz. Peygamber (SAV) efendimize getirirlerdi. Rasulullah (SAV) meyveyi eline aldığında şöyle buyururlardı: ‘Allah’ım (cc) meyvelerimizi bize bereketli eyle. Medine’mizi bize bereketli eyle. Ürünlerimizi bize bereketli eyle Allah’ım (cc) şüphesiz ki İbrahim senin kulun Halil’in ve peygamberindir. Ben de senin kulun ve peygamberinim o sana Mekke için dua etmişti bende sana Medine için onun Mekke için yapmış olduğu dua kadar ve bir misli fazlasıyla dua ediyorum.” sonra en küçük çocuğunu çağırır ve meyveyi ona verirdi. (Müslim)

Daha buna benzer çok hadisi şerifler var. Biz birkaç tanesini arz ettik Peygamberi Zişan Efendimizin yüzü suyu hürmetine Medine’yi münevvere ne nimetlere gark olmuş ise cenabı hak bizleri de Efendimize layık olmayı nasip etsin. ALLAH cümlemizi şefaatinden ayırmasın, şefaatine nail eylesin. ÂMİN.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emrullah Nergiz Arşivi