Gülşen Çopur
Darbe Yarası
27 Mayıs 1961 günü Türkiye tarihine kara bir perde gibi asılacak darbe gerçekleşmiş Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştu. O dönem gazeteler başta olmak üzere, siyasiler, vatandaşlar, bürokratlar neredeyse herkes darbeyi olumlu karşılamış ve sonrasında yaşanacak acı tabloya gözlerini kapatmıştı.
Darbe aslında halkın ve özellikle muhalefetin asla karşı koymaması ile kolayca oluvermişti.
Adnan Menderes’in 1 Haziran’da tutuklanarak getirildiği Yassıada’da idamın ve yargılanmaların en çirkin halleri tarihimize kapkara kazındı.
Menderes karşıtları susmuş, darbe karşıtları susturulmuştu…
*****
Darbenin birinci yıldönümünde, BBC’nin Cemal Gürsel’le yaptığı röportajda, “Ordu her zaman arka planda bekleyip, yanlış davranırlarsa siyasetçilere geri döneceklerini mi hatırlatacak?” sorusunun üzerine, darbe lideri Gürsel’in alaycı bir gülüşle, “Bu abdest bu memlekete 50 sene namaz kıldırır” demesi o dönem demokrasiyi korku hegemonyasına dönüştüren zihniyetin adeta tablosu olacaktı.
Adeta bir şeylerin intikamı alınırmışçasına yapılan Yassıada yargılamalarında hukuk yörüngesini şaşırdı.
Duruşmalara katılan halkın gözünde yargılanan sanıklar itibarsızlaştırılmanın ötesinde aşağılandı, her duruşmada atfedilen suçlamalarla çok kez asıldı, idam edildi. Duruşmalara katılamayan halk radyolardan her akşam yargılama sürecindeki her anı dinledi.
Yolun idama gittiği ya da götürüldüğü belliydi. Zira dönemin Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay darbeden 25 yıl sonra verdiği bir demeçte, dar ağaçlarının idamdan bir ay önce oraya götürüldüğünü söyleyerek aslında sonucun her anlamda idam olduğunu ifşa etmişti.
*****
Yassıada da yaşanan tüm bu kabus dolu günlerin arasında garabet bir olay daha yaşandı…
14 Eylül gecesi tüm tutuklular yataklarından kaldırılarak üzerlerini giyinmeleri istendi. Sebebi ordu tarafından çekilecek bir filmdi. Halk arasında Yassıada da sanıklara kötü davranıldığının yayılması üzerine böylesi bir filmle ispat çabasına gidilmişti.
Yönetimin sinemalarda zorunlu olarak yayınlatacağı bu filmin ismi ‘Düşükler Yassıada’da olacaktı. Düşük diye nitelendirilen sanıkların adada ne kadar güzel bir yaşam sürdüğü ile ilgili bir belgesel hazırlatıldı. Fatin Rüştü Zorlu, Refik Koraltan ve Adnan Menderes başta olmak üzere sanıklar onca meselenin ağırlığı yetmezmiş gibi birde takım elbiseleriyle mutluymuş taklidi yapmaya mecbur bırakılmıştı.
Filme yapılan ciddiyetten uzak üsluptaki seslendirmeler de ismine yakışır tuhaf bir aşağılama barındırıyordu.
Menderes için söylenen, ‘Poz vermeden edemez’ sözü, Bayar için, ‘Sofrasında kilosu bin liraya satılan siyah havyar bulunmamakla beraber Bayar iştahından bir şey kaybetmiş görünmemektedir’ ifadesi filmin içindeki alaycı seslendirmelerden sadece birkaçıydı.
Bu film Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın deyimiyle yargılamadan hüküm giydirilmesinin en bariz örneğiydi.
Bu acı hikaye, her türlü rezilliğin reva görüldüğü sanıkların 16-17 Eylül 1961’de idamı ile son buldu. Hiçbir insanın hak etmeyeceği şekilde yapılan yargılama, karalama, aşağılama ve idam…
Birand, Demokrat Parti ile ilgili hazırladıkları belgeselin son bölümünde Menderes’in idamı ile ilgili o dönem darbeye alkış tutan zihniyeti ve bizzat kendisini eleştirerek şu acı cümleleri kurmuştu.
“İşte hikâyemizin sonu… Bütün bu olayların üzerinden çok zaman geçti ancak, dün gibi tazeler… O 27 Mayıs sabahı sokakları dolduran gençlerin arasında biz de vardık. Göstericilere yiyecek taşımıştık. Ülkenin yararına bir şeyler yaptığımıza inanıyorduk. Bugün geriye dönüp bakıyorum ve içimde bir burukluk hissediyorum. İnsan kendi kendine bu şekilde olmamalıydı böyle bitmemeliydi diyor. Peki, bütün bu olaylardan kim sorumlu? Aslında hepimiz sorumluyuz.”