Konyalı Gazi Süleyman Ege Yaşadıklarını Anlattı! 'Biz Gazilerin İki Mezarı Var'

Konyalı Gazi Süleyman Ege Yaşadıklarını Anlattı! 'Biz Gazilerin İki Mezarı Var'
Türkiye yılardır terörle mücadelesini başarıyla sürdürüyor. Yurt içi ve sınır bölgelerinde düzenlenen çeşitli operasyonlarda, binlerce hain terörist etkisiz hale getirilmeye devam ediliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri kahramanca mücadelelerini sürdürürken...

Türkiye yılardır terörle mücadelesini başarıyla sürdürüyor. Yurt içi ve sınır bölgelerinde düzenlenen çeşitli operasyonlarda, binlerce hain terörist etkisiz hale getirilmeye devam ediliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri kahramanca mücadelelerini sürdürürken Türkiye'nin farklı şehirlerinde düzenlenen operasyonlarda yaralanan gazilerimiz Konya’nın Sesi’ne özel yaşadıkları süreci Ramazan boyunca anlatmaya devam edecek.

Hakkâri’nin Çukurca ve Beytuşşebap ilçesi sınırlarında bulunan Metina Dağı’nda terörle mücadele operasyonlarında teröristler tarafından çatışma esnasında vurulan Gazi Süleyman Ege, gazetemize özel yaşadığı o anları bizlerle paylaştı. Ege, “Kimimiz bir kancık pusunun ortasında, kimimiz mayına basmak suretiyle havalarda uçuyoruz. Sonra hayat devam ediyor; yarım kol, yarım bacak… Biz gaziler, şehitlerin son şahitleriyiz. Hem o tarafı hem de bu tarafı bilmek yüreğimizdeki yükü ağırlaştırmaktadır” ifadelerini kullandı.

"METİNA DAĞINDA KANLI PUSU"

Gazilik sürecinde neler yaşadığını bir bir anlatan Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Konya Şube Başkanı Gazi Süleyman Ege, “1992-2000 yılları arasında terörle mücadelede Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki birliklerde görev yaptım. Bu arada birçok terör eylemine şahit oldum. Çatışmalarda kaybettiğimiz silah arkadaşlarımızı ateşin ortasından alıp hastanelere gönderdik. Burada düzenlenen tören ile şehitlerimizin naaşları memleketlerine gönderildi. Bizzat o törenlere de katıldım. Yüreğimizdeki sızıları anlatmaya kelimeler yetmezdi. 11 Ekim 1997 günü saat 12.00 sıralarında iki B timi Metina dağlarının kuzey yamaçlarında, dere yatağında arama yapan timlerin emniyetini alıyorduk. Metina dağı ile Türkiye sınırı arasında boş bir köyde, C timleri arama-tarama faaliyeti icra ediyordu. Aramada bulunan çay ve şekerin Peşmergelere teslim edildiğini telsiz anonslarından takip ediyorduk. Operasyon bölgesinin en güney ucundaydık. Bir elimiz tetikte mevzilenmiş her an bir kayanın arkasından ateş edilmesini veya üzerimize roket atılmasını bekliyorduk. Ancak herhangi bir ateş açılmadı ve herhangi bir görüntü de alınmadı. Özel Harekât Grup Komutanı, beş bin uçaksavar mermisinin bulunduğu bu bölgede yüksek bir kesimde uçaksavarın da saklanmış olabileceğini, bunu bulmamız gerektiğini onun için arama tarama alanını genişletmemizi istedi. Bizim tim komutanı yüksek bir ses tonuyla 'Efe 40 unsuru kalksın ve devam etsin.' dedi. Bundan sonra kalan noktaya altı kişilik bir timle gidecektik. Disiplin 'kanunlara nizamlara ve emirlere mutlak itaat, astın ve üstün hukukuna riayet etmekti.' Bu emrin ne anlama geldiğini hepimiz biliyorduk” şeklinde konuştu.

‘HAVAYI BARUT

KOKUSU SARDI’

İlk çatışmanın sesi ile şok girdiğini belirten Gazi Süleyman Ege, “Elimdeki silaha dayanarak, hızlı bir şekilde oturduğum yerden kalktım. Bizden birkaç metre ötede zirvelere doğru mevzi alarak bekleyen Adanalı İdris Mirik Onbaşı'ya doğru ya bir adım ya da iki adım atmıştım ki ortalık cehenneme dönmüştü. Silah sesleri roket patlamaları dağlarda yankılanıyordu. Havayı kesif bir barut kokusu sardı. Ani bir refleksle kendimi geriye doğru attım. Adeta uçarak havada birkaç yuvarlanmadan sonra bir kayanın arkasına düştüm. Yere düşerken diz kapağımı bir kayaya çarptım. Acıyla karışık küfrü bastım. Canımın yandığını ve yaralandığımı düşünen Tayfun Astsubay: 'Ne oldu Süleyman, bir şeyin var mı?' diye sordu. 'Yok, komutanım, dizimi kayaya çarptım.' dedim. Bizi bekliyorlar ve ona göre mevzilenmişlerdi. Çekilme istikametimize devamlı roket atışı ve makineli silahları kullanarak, geri çekilmemizi engellemeye çalışıyorlardı. Bu süre zarfında ölmeyi düşünmekten değil de ailelerimize şehitlerimizin bile gidemeyeceğini, hiç değilse şehit olduktan sonra bile teröristlerin eline geçmemek için son mermiye kadar çatışmayı, bu arada yardıma gelecek Süper Kobra helikopterlerinin desteğinde şehitlerimizin alınacağını düşünüyordum. Cephaneyi tasarruflu kullanmaya çalışıyordum” açıklamalarında bulundu.

‘GERÇEKLERDEN KAÇMAYA ÇALIŞIYORDUM’

İlk yaralanma anını bizlerle paylaşan Süleyman Ege, “Silah arkadaşım Hüseyin'in başı yana düşmüş gözleri açıktı. Mavi gözleri bana bakıyordu. Artık kımıldamıyordu. Sanki yorulmuş uykuya dalmak ister gibiydi. Elindeki silahı sıkı sıkı kavramış, cansız ifadesiz kımıldamadan son görevini icra ediyordu. Arkasında kalanlara bir mesaj veriyor, şehitliğin onuru ile yüzü nurlanıyordu. Hayata hiç direnmedi; sessizce geldi, sessizce gidiyordu. Maviydi gözleri çakmak çakmak bakardı. Takılı kalan gözleri ile sanki bana bir şey demeye çalışıyordu. Anasına, babasına, kardeşlerine, sevdiklerine belki de son bir şey söylemek istiyordu. On dakika önce kurduğumuz hayallerini benim yaşatmamı ister gibi bakıyordu. Hâlsizleşmiş, canım dermanım kesilmiş, soluk alamıyordum. Artık gücüm kalmamıştı. Elimdeki silahı taşımakta güçlük çekiyordum. Roketin meydana getirdiği basıncın etkisinden olduğunu düşündüm. Tekrar ateş etmek için tüfeğin kundağını kavrayacağımda sol elimin avuç içinde kan gördüm. Önce Sedat'tan bulaşmış olabileceğini düşündüm. Sonra bir hamlede sol elimi hücum yeleğimin altından Yeleğin altında operasyon boyunca giydiğim yeşil tişörtü yokladığımda, tişörtün ıslandığını fark ettim. Ben de isabet almıştım. Muhtemelen nişan aldığım esnada sol koltuk altımdan vücuduma giren şarapnel parçalarının hedefi olmuştum. Sadece elimle tişörtü yokluyor, kanama durumunu kontrol ediyordum. Yaranın büyük olabileceği ve iç organlarımın dışarıya çıkabileceğini düşünüyor, gerçeklerden kaçmaya çalışıyordum, yarama bakamıyordum” dedi.

ANNEMİN HABERİ YOKTU!

Gazilik sürecinde hastanelerde neler yaşadığını anlatan Ege, “Diyarbakır'dan Uzundere'ye kadar bölük komutanının habercisi ile aynı araçta yolculuk etmiştik. Haberci Trabzonlu tam bir Karadeniz uşağıydı. Hakkâri'nin sarp dağlarını görünce 'Komutanım, hamsi gibi tavaya oturduk. Kaçmak istesek kaçamayız da…' diyerek espri yapmıştı. Benim o hâlimi görünce ağlıyordu. Yanıma geldi, gözleri yaşardı. 'Komutanım, sizde mi yaralısınız?' dedi. En çok o askerin bana bakışı etkilemişti. Cevap veremedim, sadece kafamı sallayabildim. Şırnak'taki revir büyük operasyonlarda, Diyarbakır Asker Hastanesi'nden ve Ankara Gülhane Tıp Akademisi'nden gelen doktor ve hemşirelerle takviye edilir, her türlü tıbbî müdahaleye hazır edilirdi. Tam olarak ne kadar uyuduğumu hatırlamıyordum. Uyanmıştım. Uyandığım yer kalabalıktı ve üşüyordum. Uyandığımı gören hemşire yanıma geldi. Üşüdüğümü söyledim. Narkozun etkisinden olduğunu, biraz sonra geçeceğini söyledi. Üzerime birkaç battaniye örttüler. Titremem geçmemişti. Annemin haberi yoktu. Operasyona giderken arazide olacağımızı söylemez, bir karakolda bekleyeceğimizi, karakolun telefonunun olmadığını, görevden dönünce arayacağımı söylerdim. Devrem Yavuz'la telefonla konuştuk. Ona 'Sakın aileme haber verme, ben iyileşince kendim ararım.' dedim. Yavuz birkaç gün sonra tekrar aradı: 'Devrem, birlikten mektup yazıldı. İstersen mektup ellerine ulaşmadan sen kendin ara.' dedi. Telefon etmek için üst kata çıktım, annemi aradım. Durumu anlattım, merak etmemesini, yollara düşmemesini ve haftaya kendimin geleceğini söyledim” ifadelerini kullandı.

BİZ GAZİLERİN İKİ MEZARI VAR!

“Biz gazilerin bedenlerinin bir parçası toprağa gömüldü. Kimisi Şırnak'ta kimisi Van'da kimisi Diyarbakır’da. Diğer yarısı gömülmeyi bekliyor. Bizlerin iki mezarı olacak aslında. Birisi Güneydoğu dağlarında, birisi de memleketlerimizde” şeklinde konuşan Ege, “On gün sonra Diyarbakır'a sevk edildim. Burada yatmama gerek olmadığını söylediler. Kırk beş gün hava değişimi verdiler. Hava değişiminde, Konya'ya geldim. Şimdi ise Silahlı Kuvvetlerinden Vazife Malulü olarak emekli olduktan sonra yaklaşık 14 yıldır Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneğinde üyelik ve yöneticilik yapmaktayım. Bir çatışma ve şehit haberi aldığımızda içimden "inşallah ilimizden değildir" dediğim oluyor. Çünkü her bir şehidimizin ayrı hikâyeleri yazılıyor. Önce fotoğrafları düşüyor medyaya. Sonra ailesinin yaşadığı eve asılan bayrak ve hayat hikâyesi yazılıyor. Sonra törenle defnediliyor. Bundan sonra bizim görevimiz başlıyor. Şehrin havalimanında askeri törenle karşılanan naaş yine askerî törenle defnediliyor. Ailesi "Vatan Sağ olsun" diyor. Ama bizler bir anda yine Güneydoğu'nun dağlarında buluveriyoruz kendimizi” dedi. •Gizem Başar

Kaynak:KONYA'NIN SESİ