Erdoğan’ın kızıl elması: Türkiye Yüzyılı

Erdoğan’ın kızıl elması: Türkiye Yüzyılı
Türkiye Yüzyılı, Türk Devletler Teşkilatı, dünya Müslümanları ve tüm mazlum halklar için adil ve yaşanabilir bir düzen vizyonunun özetidir.

Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı" vizyonunu uluslararası ilişkiler perspektifinden AA Analiz için kaleme aldı.

***

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, küresel bağlamda iddialı bir söylem olan "Türkiye Yüzyılı"nı bir programla kamuoyuna sundu. Programa diğer partilerin ve muhalif gazetecilerin davet edilmesi, parti flamalarının asgari düzeyde kullanılması dikkat çekti. Programda parti politikalarından ve seçim vaatlerinden ziyade Erdoğan’ın Türkiye için öngördüğü vizyon öne çıktı. Bilimin, dijitalin, üretimin, gücün ve sürdürülebilirliğin yüzyılı gibi başlıklar farklı kuşaklara ve katmanlara hitap eden başlıklardı.

Toplumsal mutabakat, sivil demokratik özgürlükçü anayasa, milli irade, kalkınma, refah gibi kavramları vurgulayan vizyon belgesi küresel gerilimleri hafife almadan titizlikle hazırlanmış.

Erdoğan’ın doğuşu

Türkiye Yüzyılı vizyonunu anlamak için Erdoğan'ın siyasi kariyeri dikkatle incelenmeli. İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı döneminde başarılı icraatlarıyla yıldızı parlayan Erdoğan, şehrin birikmiş problemlerini çözdüğü için birçok kesim tarafından geleceğin siyasi aktörü olarak görüldü. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini barındıran İstanbul’un alt yapı problemlerinin art arda çözülmesi Ankara’daki yorgun siyasetçilere karşı Erdoğan’ı öne çıkardı.

28 Şubat post-modern darbesinin izlerini silmek için yola çıkan Erdoğan, 1990’larda koalisyonlarla yorulan seçmen için umut kapısıydı. Kapatılan Refah Partisi seçmen tabanının yanı sıra ANAP, DYP ve MHP seçmeninin de oylarını alarak AK Parti’yi iktidara taşıdı. 2002 seçimleri, siyasi yasaklı Erdoğan’ın çevreden aldığı destekle merkezin kilidini açmasını sağladı. Siyaset arenasından uzaklaştırılan ANAP ve DYP tabanı daha çok AK Parti’ye, kısmen de diğer partilere yöneldi.

Kent yoksullarının, taşranın ve bilhassa esnafın desteğini alan Erdoğan, AB ve Batıyla ilişkilerini sıkı tutarken yerleşik askeri vesayetle mücadele etti. Ordu-siyaset ilişkisinin alışılagelmiş sınırlarını aşarak, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında sivil iradeyi öne çıkaran bir tutum sergiledi.

Erdoğan’a içeride zor günler yaşatan parti kapatma davası, e-muhtıra, 7 Şubat MİT krizi, 15 Temmuz darbe girişimi gibi süreçler aynı zamanda liderlik kariyerinde ustalaşmasını da sağladı. Başlangıçta devlet erkine karşı demokratik mücadelenin içinde yer alarak tepkisel bir söylemle yetişen Erdoğan’ın güvenlikçi politikaları benimsemesi 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan Yenikapı ruhu ile gerçekleşti.

Nitekim 15 Temmuz, Erdoğan’ın Batılı müttefiklerle ilişkilerini gözden geçirdiği bir atmosfer yarattı. Fethullahçı Terör Örgütü’nün TBMM’yi ve Gölbaşı Özel Harekat Birliği'ni bombalaması, 251 vatandaşı şehit etmesi Erdoğan’ın küresel müttefiklerini yeniden tanımlamasına ve güvenlik merkezli politikalara ağırlık vermesine sebep oldu.

Değişen dünya dengeleri

Bunlar olurken bir yandan dünya sistemi de değişiyordu. Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu sistemde ABD’nin başat rolü birçok alanda sorgulanmaya başlandı. Irak ve Afganistan’da yaşananlar ABD’nin etki alanlarında adaletli bir düzen oluşturamadığı gerçeğini defalarca gösterdi.

SSCB sonrası Rusya’nın zayıflığından yararlanan Batı; Doğu Avrupa’da, Baltık’ta, Güney Kafkasya’da ve Karadeniz’de var olmak istedi. NATO’nun 1999, 2004, 2009 ve son olarak 2017'deki Karadağ genişlemesi, AB'nin güvenliği ve pazar arayışı ile kesişiyordu. Bu genişleme, başlangıçta Rusya’yı rahatsız etse de Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in Rus lider Vladimir Putin’le geliştirdiği diyalog karşılıklı bağımlılık temelinde ilerliyordu.

Enerji ve hammadde kaynaklarını Almanya başta olmak üzere Avrupa’ya sevk eden Rusya’nın Çin’le olan ilişkisi ABD ve İngiltere’yi tedirgin etmeye başladı. Donald Trump döneminde başlayan ticaret savaşında, ABD’li şirketlerin Çin’deki üretimleri hedef alındı ve ticaret vergilerinde düzenlemeye gidilerek üretim içeri çekilmeye çalışıldı. Joe Biden döneminde ise Rusya merkeze alınarak Çin dolaylı yolla baskılanmaya başlandı. ABD dokümanlarında Çin'in 2035 ve 2040'ta ulaşacağı nokta tehlikeli görülüyor ve savunma harcamalarındaki artış tedirginlik yaratıyordu. Çin’i durdurmak ve Asya-Pasifik'te üstünlük elde etmek isteyen ABD, İngiltere ve Avustralya, 2021’de AUKUS askeri ittifakını kurdu.

Çin’in dünya enerji tüketiminin dörtte birine sahip olması ve Rusya-Ukrayna savaşıyla artan enerji ihtiyacı, ABD ve müttefiklerini enerji kaynaklarına odaklanmaya yöneltti. Rusya, Kazakistan, Hazar, İran ve Körfez gibi enerji havzaları dikkatle izleniyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte ABD’nin Avrupa’daki etkisi daha da arttı. NATO’nun Finlandiya, İsveç genişleme planı ise enerji savaşının gelecekte Kuzey Denizi’ne sıçrayacağına işaret ediyor.

Özetle, küresel siyasette Birleşmiş Milletler sisteminin etkisiz kaldığı bir dönemdeyiz. Bu sistemin 5’li güvenlik konseyi bölgesel iş birliklerini ve lokal organizasyonları zorunlu kılıyor. Enerji ihtiyacı, çatışma alanları, sınır problemleri, göç, terörizm gibi sorunlara lokal çözümler üretecek bölgesel dinamikler önem kazanıyor.

Krizler ve fırsatlar karşısında Türkiye

Erdoğan, Suriye krizinde bölgesel iş birliklerinin etkili aktörü oldu. Soçi ve Astana süreçlerinde Rusya ve İran’la aynı masada yer aldı. Cenevre sürecindeki aksaklıklara rağmen Türkiye-Rusya-İran diyaloğu sürdü. Suriye krizi çözüme kavuşmasa da kontrol altına alındı ve terör örgütlerinin kanton planları engellendi. Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgelerin oluşturulması, insani yardım faaliyetlerinin yürütülmesi, hastane ve okulların açılması Türkiye’nin çatışma bölgelerinde istikrar sağlama potansiyelini bir kez daha kanıtlamış oldu.

Bugün Erdoğan’ın Rusya-Ukrayna savaşında Karadeniz’i çatışmasız bir alan olarak tutma politikası bölgenin kaderini etkiliyor. Montrö Anlaşması’nı harfiyen uygulayan Ankara, Karadeniz’de gerginliğe izin vermiyor. Bu tutum, tam bağımsız Türk dış politikasını ve Erdoğan liderliğini tarafsız gözlemcilerce saygın kılıyor. Rusya ve Ukrayna'da savaş devam ederken diplomasi trafiğini işleten Türkiye'nin, esir takası, insani yardım, tahıl koridoru gibi başlıklarda aktif rol alması dünya siyasetinde Erdoğan’ın yapıcı tutumunu öne çıkardı.

Rusya'ya uygulanan yaptırımlar Avrupa'nın doğalgaz ihtiyacını da gündeme getirdi. Türk Akımı ve TANAP hatlarının varlığı Türkiye'yi öne çıkardı. Avrupa'nın ihtiyacını karşılamak için Putin'in Türkiye üzerinden doğalgaz satış formülü çok boyutlu bir mesaj içeriyor. Enerji savaşlarında Türkiye'nin jeopolitik öneminin arttığı bir döneme tanık olacağız.

NATO’nun önemli bir gücü olan Türkiye’nin Rusya’dan S400 hava savunma sistemi alması ABD’yi rahatsız ederek Türkiye'yi kısmi yaptırımlara maruz bıraksa da bu süreç Türkiye’nin savunma sanayii yatırımlarını daha da artırdı. Türk şirketleri dünya sıralamasında ilk yüz içinde yedi şirketle yer aldı. Türkiye’nin savunma teknolojilerindeki üretimleri savaş paradigmasını değiştirdi. Libya, Karabağ ve Ukrayna’da kullanılan Türk savunma sistemleri terörle mücadelede Irak ve Suriye’deki harekatlarda önemli başarılar elde etti. Dünya savunma sanayii ihracat sıralamasında 11. sıraya yükselen Türkiye; ABD, Azerbaycan, Katar, BAE, Fas, Ukrayna, Polonya gibi birçok ülkeye yaptığı ihracatla hızla artan bir hacme ulaştı.

Biden döneminde ABD’nin Afganistan’dan çekilerek ülkeyi Taliban’a terk edişinin Körfez liderlerinde yarattığı ciddi güven bunalımına karşın, bölgesel güç olarak Türkiye’nin varlığı İran’a karşı caydırıcı bir unsur olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin PKK/YPG, DEAŞ gibi terör örgütleriyle uluslararası mücadele tecrübesi Orta Doğu’da istikrar arayan yeni Arap elitlerini Erdoğan’la uzlaşmaya sürüklüyor. Erdoğan’ın neo-realist ve pragmatik zemine oturan dış politikası yeni iş birliklerinin ve fırsatların kapısını aralıyor.

Öte yandan Mavi Vatan politikası özellikle Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarıyla gündeme geldi. Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma, kararlı tutumu EASTMED konsorsiyumunu başarısız kıldı. Yakın gelecekte Doğu Akdeniz’de Türkiye'siz bir formülün mümkün olmadığı görülecek ve Avrupa’yı besleyecek rotada Türkiye’nin doğalgaz alt yapısı öne çıkacaktır.

Avrupalı şirketlerin Çin’den ürün tedariğinde yaşadığı sorunlar Türkiye’nin imalat sanayiini de hareketlendirdi. Gıda, tekstil, cam sanayii, yedek parça, otomotiv, beyaz eşya gibi sektörler ivme kazandı. Türk sanayii desteklendiği takdirde enerji maliyeti yüksek bazı sektörlerde Türkiye üretim merkezi olacaktır.

Erdoğan’ın kızıl elması

Erdoğan, Türkiye Yüzyılı vizyonunda Türk devlet geleneğini içselleştirmiş, küresel tehlikelere karşı hazırlıklı, fırsatları gören bir ufukla söylemini geniş kitlelere yayma gayretinde. Necmettin Erbakan’dan aldığı kalkınmacı ve muhafazakar motivasyonunu kurucu lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci, dinamik perspektifiyle bütünleştirme yolunda. Türkiye muhafazakarlığını demokratik sisteme ve merkeze entegre eden Erdoğan, karşıtlarını da dönüştüren ve merkeze çeken bir kabiliyete sahip.

Erdoğan, Cumhuriyet’in 100. yılında "Devlet Baba"dan yorulmuş bütün toplumsal kesimlere, bilhassa darbe dönemlerinde ötekileştirilenlere "Devlet Ana"yı vaat ediyor. Geniş mutabakat zemini ve toplumsal uzlaşıyı sağlamak için Cumhur İttifakı’na giden sürecin ve bölgesel krizlerin anlaşılması için gayret gösteriyor.

Erdoğan, Türk dış politikasının barışçıl, realist, uluslararası meşruiyeti merkeze alan, bölgesel ve küresel iş birliklerini önemseyen çizgisinin yanı sıra Türk ve İslam dünyasını etkileyen, öncü, merkez ülke misyonunu hedefliyor. Türkiye Yüzyılı, Türk Devletler Teşkilatı, dünya Müslümanları ve tüm mazlum halklar için adil ve yaşanabilir bir düzen vizyonunun özetidir.

[Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz İstanbul Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü öğretim üyesidir]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.