Osman Avanoğlu
Zarifoğlu, Karakoç ve Zengin
Edebiyatımızın mihenk taşları olan Cahit Zarifoğlu ve Abdurrahim Karakoç’u yad etmeye hazırlanırken şair ve yazar Mevlana İdris Zengin’in vefat haberini aldık, üzüntümüz bir kat daha arttı.
Haziran ayının yedisi sanki Türk edebiyatında bir yaprak dökümü gibi…
35 yıl önce Haziran’ın yedisinde Cahit Zarifoğlu, ardından 10 yıl önce yine Haziran’ın yedisinde Abdurrahim Karakoç, şimdi de Mevlana İdris Zengin aramızdan ayrıldı.
Bir şiirinde; “Ömrümüz kısa biliyorsun / Belki de geldi sıram” diye seslenen Mevlana İdris Zengin, adını aldığı Hz. Mevlana ve Konya aşığıydı. Zengin, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği Mevlana Şiir Şölenine de katılmıştı.
Ne tesadüftür ki Kahramanmaraşlı üç şairi de 7 Haziran’da kaybettik.
Yedi Güzel Adam şiiriyle tanınan Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi;
“Bu insanlar dev midir
Yatak görmemiş gövde midir?”
Evet, bu insanlar gerçekten birer devdi, Üçü de Türk şiirinin devleriydi.
“Anılar Defterinde Gül Yaprağı
Gibi Unutuldum Kurudum
Başıma Düştü Sevda Ağı
Bir Başıma Tenhalarda Kahroldum.”
Şiir tekniği bakımından belli bir şaire bağlanamayacak olan Cahit Zarifoğlu daha ilk şiirlerinde kendi sesini bulmuş, kendi kuşağı içinde şiirde yapı sorununu en iyi kavramış bir şairdi.
“Çocuktum her şeyi anladığımı sanıyordum
Sonra büyüdüm
Bombaların ve bankaların dağlardan ve ırmaklardan
Fazla olduğunu gördüm”
Mevlana İdris Zengin çocuk edebiyatına yönelerek büyük bir açığı kapatma gayreti içindeydi.
"Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban..."
Günümüzde hece şiirini bu kadar ustalıkla kullanan bir başka şair daha tanımıyorum. O kadar ki "Mihriban" şiiri ile bu ustalığın çıtasını çok yükseklere çıkartarak hem çağdaşlarına hem de arkadan gelenlere ulaşılması ve aşılması zor bir eser bıraktı.
Üstadın Mihriban’ını zaten biliyordum, şiirleriyle üniversiteye başladığım sene, 1983’te Kan Yazısı ile tanıştım. O kadar çok etkilendim ki diğer şiirlerini okumadan edemezdim. Kan Yazısı’nı Vur Emri ve diğerleri takip etti.
Abdurrahim Karakoç, bir açıklamasında Mihriban ile ilgili olarak şunları söylemişti:
"Bazıları 'gerçek mi?' diyor. Gerçek diyorum ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış hayali bir aşk bu tadı ve lezzeti vermez, yaşayacaksın ki yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. 'Lambada titreyen alev üşüyor' çıktı. Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor. O bir mektup üzerine yazılmıştır..."
"Şiire nasıl başladınız?" sorusuna "Besmeleyle" cevabını veren Abdurrahim Karakoç hakkında yazdığı şiirlerden dolayı pek çok davalar açılan ve hepsinden beraat etti.
Türk edebiyatının kıymetli üç şairine Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.