Hayat aslında bilinmezler üzerine kurgulandığını bildiğimiz ama yine de ne olacağını biliyormuşçasına yaşamaktır.
Nasıl mı?
Sabah uyanıyoruz. Bi gece önceden hatta belki günler öncesinden planladığımız bir randevuya yetişmeye çalışıyoruz. Yolda başımıza herhangi bir şey gelme ihtimali aklımızın kıyısından geçmediği gibi randevulaştığımız insanlarda hep orada olacakmış gibi düşünüyoruz.
Bulunduğumuz ortamda sözümüzü en keskin haliyle söyleyip kalp kırmaktan imtina dahi etmeden üstelik tekrar helalleşmeye vaktimiz olup olmadığını düşünmeden oradan ayrılıyoruz.
Sevdiklerimizle her ayrılışımızda yeniden görüp görmeyeceğimiz asla net değilken onları kuru bir “Güle güle” ile uğurluyoruz.
Yaşadıklarımız, konuştuklarımız, suskunluklarımız, kırgınlıklarımız, küskünlüklerimiz ve dahası hep bu bilinmez ve dahi geri dönüşü olmayan yol için.
Oysa saniyeler içerisinde değişmesi muhtemel hayatımızı hep eminlikler üzerine kurgulamamız biraz tuhaf değil mi?
Aramızdan ayrılan herkesin yarım kalan bir planı yok muydu?
Kırgınlıkları, yaşanmamışlıkları, gamları yok muydu?
Elbette vardı. Çünkü insanız kusurlarımızla varız.
Ancak ölmeyecek gibi yaşama sarılmak kadar her an ölecekmiş gibi kıymet bilmek de gerekmez mi?
Sonsuz olmadığımızı böyle içselleştirmek yerine sonsuz bir aleme giderken hayırla anılmak daha başka olmaz mı?
Kuru bir “Elveda” ya sıkıştırdığımız ayrılıklar gerçek bir ayrılık olursa ardında keşkeler kalmaz mı?
Ne dersiniz? Düşünmek lazım…
Sevgi ve saygı ile…