Helvacı Çocuk

Hz. Pir Mesnevi’sinde hikayeleştirerek herhangi bir olayı değil hikmet anlatır. Bu nedenle her bir hikmetin derinliğini anlayabilmek için sıradan bir kitap gibi okumaktan ziyade anlamaya ihtiyaç vardır. Aynı bölüm bazen tekraren okunur ki nakşolsun, derinliği yerini bulsun. Bu hikayelerden birinden daha bahsetmek isterim sizlere.

Hepimizin hayat dahilinde boşluğa düştüğü zamanlar olur elbette. Böyle zamanlarda Yaradan’a niyazda bulunur, halimizi arz ederiz. Mevlana Hazretleri bu hikayeyle bize başka bir kapı aralıyor. Niyazda bulunurken ki hususlara dikkat çekerek, Rahmet denizini dalgalandıracak rüzgardan haber veriyor.

“Hz. Pir okuyacağımız satırlarda hangi sırları bizlere anlatmak istedi ise, Rabbim onları yüreğimize ilmek ilmek işlesin, idrak ettirsin ve hayatımıza dahil etmeyi nasip etsin. “

“Helvacı Çocuk” la Pir bize şöyle diyor:

‘Ahmed-i Hıdraveyh isimli bir bilge insan vardı. Bu zat cömertliğiyle tanınmıştı ancak cömertlik yapayım derken borçlanmıştı ve bu yüzden de daima borçluydu. Etraftan on binlerce lira borç almış, çevresindeki yoksullara harcamıştı. Aldığı borçlarla bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah yoluna feda etmişti. Allah, İbrahim’e (A.S.) nasıl yardım etmişse, onun da borcunun her taraftan ödenmesine yardım ederdi.

Bu bilge kişi, yıllarca aynı vaziyette hareket etti. Vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta yine halka dağıtmaktaydı. Ölüm döşeğinde iken, borçlular etrafına toplandı. O ise, mum gibi eriyip gidiyordu. Borçlular, bir şey alamayacaklarını görünce ümitleri kesildi, suratları ekşidi. Bunu anlayan bilge kişi, borçluların haline üzüldü:

“Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki? Elbette vardır ve bana gönderir. Ben de bunları boş çevirmem.” dedi. Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç kuruş para kazanmak ümidiyle “Helva, helva” diyerek bağırıyordu. Bilge adam, hizmetçiye, “Git helvanın hepsini al, borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar.” diye başıyla işaret etti. Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. Helvacıya:

– Bu helvanın hepsi kaça? diye sordu.

Çocuk:

– Yarım küsur dinar, dedi.

Hizmetçi:

– Yoo, bizden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum, artık söylenme! diye pazarlık yaptı. Çocuk da yarım dinara vermeyi kabul etti. Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip bilge zatın önüne koydu. O da, borçlulara:

– Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin, diye işaret etti.

Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı,

– Ey bilge kişi, paramı ver! dedi.

– Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım, aynı zamanda ölüyorum! deyince çocuk sinirinden tabağı yere vurdu, ağlayıp feryat ve figana başladı. Üzüntüsünden hüngür hüngür ağlıyordu:

– Keşke iki ayağım da kırılaydı, keşke külhana gideydim de bu yerin kapısından geçmez olaydım. Boğazına düşkün, yemeye alışkın adamlar.” diye söylenmeye başladı.

Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı. Çocuk, “Ey kötü adam, ustam beni muhakkak öldürür. Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diye bilge kişiye sesleniyordu. Borçlular da yapılan hareketi hoş görmeyip kınayarak ona sitem ederek :

-Bu ne biçim iş ki? Bizim malımızı yedin, borçlu ölüyorsun. Böyle olduğu halde neden başka birine zulümde bulunup borç takıyorsun? Küçücük çocuğun hakkını yiyip ağlatıyorsun, diyorlardı.

Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı. Bilge kişiye gelince, gözlerini yummuş, tefekküre dalmış, çocuğa hiç bakmıyordu. Çocuğun çektiği bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Yüzünü yorganın içine çekmiş, halkın kınamasını, dedikodusunu duymuyordu bile. Helvanın ücreti, orada bulunanlara eşit olarak bölünseydi, herkesin hissesine ancak birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat onun cömertliği bu çözüme de engel oldu.

Bu nedenle kimse çocuğa bir şey vermedi. İkindi vakti oldu. Hizmetçi, odaya cömert birisinin gönderdiği bir tabak altını getirdi. Hâli vakti iyi olan bir kişi, bu bilge adamın durumunu biliyordu, ona hediye göndermişti. Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar. Hizmetçi gelip kendisine saygılarını sunduktan sonra tabağı önüne koydu. Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk bilge adamın kerametini gördü. Orada bulunanların şaşakaldılar:

– Ey bilge kişi, biz bilemedik, sen bizi affet,saçma sapan, uluorta hayli söylendik. Hezeyanlarda bulunduk, dediler.

– Bütün o sözleri size helâl ettim. Bu işin sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim. O da bana doğru yolu gösterdi. Size olan borcum gerçi az bir paraydı. Fakat paranın gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Helva satan çocuk ağlamasaydı, Allah’ın rahmet denizi coşmazdı.” dedi.”

İşte böyledir ki bazen kabul edilmediğini düşündüğümüz her niyazın, gerçekleşemeyen her muradın ardında Rahmet denizini coşturacak helva satan bir çocuğun gözyaşı eksiktir belki kim bilir?

Sevgi ve saygı ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Özel Arşivi