Ayşe Özel
DOĞRULALIM
Yaşam kimi zaman aldıklarıyla kimi zaman da verdikleriyle sınar bizi. İstediklerimiz mi gerekli yoksa var olanlar mı yeterlidir bilmeden yaşamın içinde yuvarlanır gideriz.Bir başkasının tavuğuna hep kaz gözüyle bakarız daima. Kendi ruhumuzdaki altın yumurtlayan tavuğu hiç hesaba almadan, hayatın vermediklerine kızarız. Karşımızdakinin o tavuk uğruna nelerden vazgeçtiğini, neleri feda ettiğini düşünmek aklımızın kıyısına uğramaz.
Ne zaman ki olmaz istediğimiz ya da gelmez beklediğimiz, tüm hayallerimize büyük bir nokta koyarız. Şükrü bir yana bırakıp, her şeyden şikâyet etmeye başladıktan sonra ise huzurdan yavaş yavaş ayrılırız.Emeğimizi en üstte gördüğümüz için, elimizdekilerin yetersizliğine hayıflanırız. Sonra mı? Sonrası malum…
Azalan gayret, kenara itilen iyi niyet, terk edilen umut ve renklerden sıyrılıp karanlığa doğru ilerleyen hayaller. Somut olana odaklanıp soyut değerleri unutmaktan mı yoksa değersiz saymaktan mıdır bu vazgeçiş? Sahip olduğumuz her şeyin maddi bir değeri mutlaka olmalı mıdır gerçekten? Ruh ile hissedip, onu kalpte sindirebilmek bu kadar zor mudur? Elimizde tutacağımız birkaç lira bizi gerçekten daha mı mutlu hissettirir?
Şimdi sıcak bir bardak çayın içine kaşık kaşık attığımız şekeri, eriyene dek karıştırınca eser kalmıyor ya ondan. Göremediğimiz için attığımız şeker, karıştırmak için harcadığımız emek göz ile görünmüyor diye çayı şekersiz diyerek bir köşeye koymaktan başka nedir ki vazgeçmek? Yudumlamadan ötelediğimiz bardaktaki huzur da soğumaz mı çayla birlikte?
Öyleyse ne yudumlamadan bilebiliriz tadını, ne öteleyerek ulaşabiliriz hayallerimize. Sahip olamadığımız sürece kendi benliğimize, güvenmediğimiz için var olan yeteneklerimize, önce hayallere devamında ise hayata veda ederiz. Renklerin rengini unutarak ve daha mühimi kendimize olan inancımızı körelterek benliğimize el sallamayı kabulleniriz.
Her vazgeçiş bir son getirir çünkü beraberinde. Kimi zaman kendimize kimi zaman sevdiklerimize…
Oysa umudun rengi daima yeşil ve yalındır. Her an çiçek açabilecek kadar canlı, her an gerçekleşmeye yakındır. Mühim olan olaya nereden baktığımız. Kaybettim diyerek oyunbozan bir çocuk gibi bırakıp ağlıyor muyuz? Yoksa yürümeyi yeni öğrenen bebek misali her düşüşte yeniden doğruluyor muyuz?Nice düşüş en cesur kalkışın habercisi değil midir? O halde doğ(rul)manın tam da vakti…
Nerede düşmüşsek oradan ayağa kalkıyoruz. Ve daha güçlü bir adım atmak için yine özümüze dönüyoruz. Asıl kuvvetin yine kendimiz olduğunu bilerek…
Sevgi ve saygı ile…