Bedevî ve Filozof

İnsan, hayatı dahilinde daima bir öğrenme halindedir. Bu öğrencilik hâli kimi zaman kişinin isteğiyle kimi zaman ise yaşamın kendisine getirdiği sürprizlerle devam eder. Sebepler, sonuçlar, imtihanlar, mükafatlar derken süregelen bu öğrenme durumu kişiyi bir noktadan başka bir noktaya taşır. Mesafenin uzaklığı kişinin tecrübelerini inşa ederken, kısalığı yaşadığından ders alamayanlara özgüdür. Kişinin kendine fayda sağlamayan ilimin çevresine fayda sağlaması ise nerede ise imkânsızdır. Mevlâna Hazretleri bu hikâyesiyle gerçek ilimin sayfalarını bizlere aralamak istemektedir.

“Hz. Pir okuyacağımız satırlarda hangi sırları bizlere anlatmak istedi ise, Rabbim onları yüreğimize ilmek ilmek işlesin, idrak ettirsin ve hayatımıza dahil etmeyi nasip etsin. “

O halde buyrun;

Bedevî ve Filozof

“Bir bedevî, devesine iki dolu çuval yüklemiş götürüyordu. Kendisi de iki çuvalın ortasına oturmuştu. Birisi yolda onu lafa tuttu. Bedevîye yurdunu sordu, onu konuşturdu. Bu soruşturma ile güzel sözler söyledi, hoş ifadelerde bulundu.

Ondan sonra bedevîye dedi ki:

-Bu iki çuvalda ne var? Doğruca söyle!

Bedevi;

-Birinde buğday var, diğerinde kum, yiyecek bir şey değil, dedi.

Filozof;

-Neden kum yükledin?,diye sorunca bedevi;

-Buğday çuvalı tek kalmasın, kum çuvalı ona denk olsun diye, cevabını verdi.

Filozof,

-Akıllılık etseydin de buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koysaydın daha iyi olmaz mıydı? Böylece hem çuvallar hafiflerdi, hem devenin yükü, dedi.

Bedevi bu fikri pek beğenip;

-Ey akıllı ve hür fikirli hakîm (filozof), böyle ince düşünce, böyle güzel görüş sahibi olduğun halde neden böyle çıplak haldesin, yaya yürüyor, yoruluyorsun?

O iyi kalpli bedevi, filozofa acıdı da onu deveye bindirmek istedi. Tekrar ona dedi ki;

-Ey güzel sözlü filozof, birazcık kendi halinden bahset. Böyle bir akılla, böyle bir yeterlilikle sen ya vezirsin, ya padişah. Kendini gizleme, doğru söyle!

Filozof dedi ki;

-İkisi de değilim. Ben halktan biriyim. Hâlime, elbiseme baksana!

Bedevi;

-Kaç deven, kaç öküzün var? diye sordu.

Filozof;

-Uzun etme! Ne ona sahibim, ne buna cevabını verdi.

Bedevi;

-Bari dükkanındaki mal ne, sermayen nedir onu söyle? dedi.

Filozof;

-Benim ne dükkânım var ne de mekânım.

Bedevi;

-Öyleyse nakdini (paranı) sorayım. Ne kadar nakdin var? Sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlerde bulunuyorsun. Herhalde dünyadaki bakırları altın haline getirecek kimya sendedir. Aklın ve ilmin cevheri sende kat kattır, dedi.

Filozof;

-Ey Arap kavminin iftiharı! Vallahi bütün varım yoğum, bir akşam yemeğinin karşılığı bile değildir. Yalınayak, başıkabak koşup duruyorum. Kim bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim deyince,

Bedevi dedi ki;

-Yürü, yanımdan uzaklaş! Senin uğursuzluğun benim başıma da çökmesin. O uğursuz hikmetini benden uzaklaştır. Senin sözlerin, zamane halkına uğursuzdur. Ya sen o yana git, ya ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim. Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız! Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Çünkü gönlüm kanaatkâr, canım takvalı. Sen de şekavetin, bedbahtlığın azalmasını istiyorsan, çalış çabala da sendeki felsefî düşünceler azalsın.”

Hz. Pir, bu kıssa ile ilim ve felsefenin gereksizliğini değil fiile geçmeyen bilginin sadece yük olduğunu ifade etmektedir. Kendi ilim deryası olmuş bir zatın aksini söylemesi zaten mümkün değildir. Anlıyoruz ki bilgi fayda için kullanılmadığı takdirde bir önem arz etmez. Kişinin bilgisi onu değiştirip geliştirdiği nispette değerlidir.

O halde ilim ışığı ile önce aydınlayıp ardından aydınlatabilmek temennisiyle.

Sevgi ve saygı ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Özel Arşivi