Ayşe Özel
Nasibini Arayan Adam
Hazreti Mevlâna muhteşem eseri Mesnevi’de şöyle bir hikayeden bahseder.
“Bağdat’ta yaşayan bir adam, günün birinde
büyük bir mirasa kondu. Hiçbir çaba
harcamadan öyle çok mal mülk sahibi oldu ki
sorma gitsin. Ama malın, paranın değerini
bilemedi, har vurup harman savurdu; su gibi
para harcayıp keyfine baktı.
Paralar suyunu çekince de, teker teker malları
satmaya başladı. Hazıra dağ taş dayanmaz,
derler. Aynen öyle oldu. Adam kısa zamanda
paraları, malları tüketti, parasız pulsuz kalakaldı.
“Allah’ım, bana para verdin, mal mülk verdin,
ben değerini bilemedim, hepsini tükettim. Ya
bana bir geçim yolu daha göster ya da bu canı al
da kurtar beni...” diye yalvarmaya başladı.
Adam o gece bir düş gördü. Düşünde, ona
Allah’ın onun dualarını kabul ettiği, Bağdat’tan
kalkıp Mısır’a gitmesi gerektiği, orada bir define
bulacağı söylendi.
Adam büyük bir sevinçle hemen yola koyuldu.
Çok uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra
Mısır’a vardı ama hiç parası kalmadığından, aç
ve susuz sokaklarda dolaşmaya başladı. Dilenmekten başka çaresi yoktu ama öylesine utanıyordu ki, gecenin olmasını bekledi.Gecenin karanlığının ardına saklanıp dilenmeye karar verdi.
O sıralar Mısır’da hırsızlık almış başını
gidiyordu. Halife de bekçilere, gece sokağa
çıkanlara acımamaları gerektiğini söylemişti.
“Gece sokakta kimi görürseniz görün, kesinlikle
cezalandırın; acımayın,” diye ferman çıkmıştı.
Bu fermandan haberi olmayan adam, gece
dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi onu hemen
yakalayarak dövmeye başladı. Bir yandan
dövüyor, bir yandan da:
“Geceleyin sokakta ne arıyorsun? Neden
sokağa çıktın? Kılığın kıyafetin buranın
adamlarına benzemiyor. Kimsin, nesin, gecenin
karanlığında neden sokaklarda dolaşıyorsun?”
diye sorguluyordu.
Adam da yalvardı:
“Ben buranın yabancısıyım. Tâ Bağdat’tan
geldim. Kötü bir niyetim yok. Aç susuz kaldım.
Kimselere görünmeden gece karanlığında
dilenmeye çıktım.” dedi.
Bekçi adamı dövmeyi bıraktı:
“Anlat bakalım, tâ Bağdat’tan neden geldin?Deli misin, nesin? İnsan o kadar yolu parasız,pulsuz niye gelir ki?” dedi.
Bunun üzerine, adam gördüğü düşü anlattı.
Bekçi, gülmeye başladı:
“Sen bir düşe kapılıp buralara kadar gelmişsin anlaşılan, akılsızın birisin. Ben yıllardan beri zaman zaman aynı düşü görürüm. Düşümde bana, ‘Bağdat’ta falan mahallede, filan evin bahçesinde bir define var, git onu al.’ derler de ben dinlemem. Benim aklım başımda senin gibi aptalın teki değilim!” dedi.
Adam bir anda yediği dayağın acısını unuttu.
Çünkü bekçinin Bağdat’ta adresini verdiği ev,
kendi eviydi. İçinden Allah’a şükretti. Hemen
memleketine dönmek üzere yola koyuldu.”
Peki dönüş yolculuğu nasıl mıydı?
Adam yol boyunca Cenâb-ı Hakk’a secdeler ederek, rükûa vararak, senâlarda, şükürlerde bulunarak Bağdat’a döndü.
Diyordu ki:
-Bu ne hikmettir ki, isteklerim beni deli bir arzuya düşürerek evimden uzaklara sevk etti, yolumu kaybettim fakat ümitli idim!
Şaşkınlığımdan, koşa koşa sapıklık yoluna düştüm. Meğer her an dileğimden biraz daha uzaklaşıyormuşum!
Sonradan yine Cenâb-ı Hak o şaşırmayı keremiyle lütuf hâline getirdi de doğru yolu bulmamı ve işin içinden kârlı çıkmamı sağladı!
O, öyle sonsuz lütuf sahibidir ki, sapıklığı îman yolu yapar; eğri gidişi, ihsan ekininin devşirme zamanı kılar!
Böylece de hiçbir ihsan sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir hâinin de ümitsiz kalmamasını, recâdan el çekmemesini sağlar!
Adam tüm bunları düşünerek yoğun, aç ve biçare bir şekilde yolculuğunu tamamlayıp hazineye ulaştı.
Bu hikâyede Hz. Pîr, mirasyedi bir adamın fakirleşmesi daha sonra kendi hazinesinin varlığını anlaması için çektiği zahmetler anlatmaktadır. Miras gibi hazır kazancın kıymetini anlayamayan insan, uğrunda zahmet verdiği şeyin değerini anlar. Eğer eski halindeyken o defineyi bulmuş olsaydı, o da tükenip gidecekti. Yani Cenâb-ı Hak o kişiye asıl hazine olan, kanaat hazinesini kazandırmak istemişti. Adam hırsının getirdiği felâket ve faciayı gördü. Sopa yedi, aç kaldı. Eziyetlere uğradı. Dünyaya hırsın âkıbetini öğrenmiş oldu. Eğer o eziyetleri yaşamasa dönüş yolculuğundaki tefekküre ulaşamayacaktı.
Biz bazen yaşadığımız eziyetleri, hüzünleri, sıkıntıları hikâyedeki sopa gibi algılarız. Ancak o üzerimizdeki her bir ağırlık gerçek tefekküre ulaşıp, doğru yolu bulabilmemiz için yolumuza konulmuş basamaklardır. İdrakinde olabilmek temennisiyle…
Sevgi ve saygı ile…