Şiddet Diziler İle Normalleştiriliyor!

Şiddet Diziler İle Normalleştiriliyor!
Türkiye’nin dört bir köşesinden gelen silahlı şiddet haberleri adeta reyting rekoru kıran dizilerden ve filmlerden aşina olduğumuz görüntülerle karşımıza çıkıyor. Uzmanlar, suç ve şiddet içeren dizilerin insanların psikolojisini etkilediğini düşünüyor

Şiddet içerikli dizi ve filmlerin insanlar üzerinde psikolojik sorunlara yol açtığına değinen Selçuk Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Arş. Gör. Fatma Öztat, şiddetin dizileri ile normalleştirilmeye çalışıldığını belirtti.

ŞİDDET İÇERİKLİ DİZİLER

PRİME TİMEDAN ÇEKİLMELİ!

Türkiye'de en çok reyting alan dizilere bakıldığı zaman genelde kadına şiddet ya da mafya konulu dizilerle karşılaşıldığını dile getiren Arş. Gör. Fatma Öztat, “Şiddet içerikli dizi ve film üreticileri bilinçli bir şekilde toplum üzerinde bir politika mı yürütüyor yoksa sadece reyting amaçlı bir üretim mekanizması mı söz konusu bunu ayırt etmek gerçekten çok zor. Son dönemde Türkiye'de en çok izlenen dizilere baktığımız zaman genelde kadına şiddet ya da mafya içerikli dizilerle karşılaşıyoruz. Bu durumda aslında izleyiciler olarak bizlerin de sorumluluğu bulunuyor. Çünkü; yapımları izleyerek reyting sıralamasında üst sıraya taşıyan kişiler bizleriz. Diğer yandan şiddet içerikli yapımlar üzerinde mutlaka yeni tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bunun için ‘Prime Time’ olarak adlandırdığımız yani televizyon yayınlarının en çok izlendiği akşam saatlerinde bir kadının boğazının kesildiği diziler, çocuklara ya da gençlere ulaşmamalıdır. Bununla ilgili yeni kurallara ve düzenlemelere ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde gündüz kuşağı programlarındaki kayıp, taciz, istismar, cinayet gibi gerçek hayattan kesitler sunan, Türk aile yapısı üzerinde derin izler bırakan programların ülkemizde neredeyse aralıksız devam ettiğini düşünecek olursak, ekrandan evlerimize sürekli şiddet aktığını ifade edebiliriz. Haber bültenleri de sanki yapbozu tamamlar gibi bir cinayetin tüm detayını ekranlara taşımakta, katillere dair tüm detayları bizlere ulaştırabilmektedir. Sürekli buna benzer yayınları takip eden bir toplumun zamanla şiddeti normalleştirmesi ve maalesef şiddete başvurması hiç de sürpriz olmayacaktır” ifadelerini kullandı.

İZLENİLEN İÇERİKLERDEN

HER KESİM SORUMLUDUR!

İzlenilen içeriklerdeki olumsuzluklar adına herkesin sorumlu olduğunun altını çizen Öztat, “Bir dönem gerçekten Türk dizi tarihine baktığımızda genel izleyici kitlesi için çok güzel diziler vardı. ‘Süper Baba’ ‘Ekmek Teknesi’ veya ‘İkinci Bahar’ gibi diziler hafızalarımızda çok güzel izler bıraktı. Yeni dönemde izleyicinin kendisine yakın hissedeceği en ufak bir hikayeyi dizilerde göremiyoruz. Eski dönemde o dizileri izleyerek aile bağlarımızı pekiştirebiliyor ve mahalle kültürünü hissedebiliyorduk. Bize benzeyen, tadınıdık yüzler, tanıdık sokaklar görüyorduk. Havuzlu villalar, kan davaları, mafya, holding konuları, zengin ailelerin çarpık ilişkileri dizilerde yoktu. Orta halli insanların tanıdık hikayelerine yeniden ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türk aile yapısını pekiştiren içerikleri bulmak aslında o kadar da zor değil. Eski dizileri düşündüğümüzde o sıcacık aile ve güven ortamı o günlerde izlendiyse günümüzde de bu sıcak atmosferi yaşatacak yeni aile dizileri yorumlanabilir, reyting almaması için hiçbir engel görmüyorum. Çözüm noktası olarak baktığımızda hem içerik üreticilerine, hem bizlere yani tüketicilere hem de düzenleme mekanizmalarına görev düşüyor. Bizlerin buradaki sorumluluğu medyadaki yanlışlara haklarımız çerçevesinde tepki göstermek olmalıdır. Reyting oranlarını ve birbirini devam ettiren şiddet döngüsünü gördükçe geleceğimiz adına içim hiç rahat değil” şeklinde konuştu.

PANDEMİ SONRASI

ŞİDDET EĞİLİMİ ARTTI

Şiddet içeriklerinin ekranlarda alenen gösterilmesinin toplumu teşvik ettiğini belirten Öztat, “Pandemi sürecinde 2 yıl kadar evlerimizde hayatlarımızı devam ettirmeye çalıştık. Bunun sebebi ise Türkiye’de COVİD-19 kurallarının tam anlamı ile uygulanmasıydı. Elbette sağlık açısından bu kapanış oldukçe elzemdi fakat toplumsal olarak bu kapanış sürecinin farklı etkileri olduğunu düşünüyorum. Giderek yalnızlaşan, daha çok tv izleyen, daha çok internet ve sosyal medya kullanan bireylerken bir de üzerine dört duvar ile çevrili bir mekânda yaşamaya çalıştık. Bu yaşam bir nevi hapishane gibi bir süreçti. Bu yaşananların sonucu daha tam anlamı ile ortaya konulmamış olsa da yapılan araştırmalarda da gördüğümüz üzere; özellikle karantinada sürecinde görülen yalnızlık, asosyallik ve artan medya kullanımı sonucunda; şiddet eğiliminin insanlar üzerinde arttığını söylenebilmektedir. Özellikle haberlerde bir şiddet olayının bütün ayrıntıları ile paylaşılması, durduk yere birbirini rahatça öldüren insanların haber bültenlerinin normali haline gelmesi, kadın cinayetlerini kanıksamamız gibi pek çok örnek de bu süreçte şiddeti meşrulaştıran sarmalı maalesef pekiştirmektedir. İnsanlara dönüp baktığımızda izledikleri içerikteki karakterler gibi davranmaya başladıklarını görüyoruz. Haberlerde, dizilerde ve filmlerde şiddet, vazgeçilmez konulardan biri haline gelmektedir. Özellikle aile içi şiddet, üzerinde ivedilikle durulması gereken konuların başında yer alıyor. Bu durum görünmeyen bir virüs gibi ebeveynlerden çocuklara bulaşıyor, ekranlardan izleyicilere geçiyor, sürekli aile içi şiddeti görmenin gelecekte onarılamaz sonuçlara yol açmasından endişeliyim. Bizim iyi insanlar olduğumuzu hatırlamaya, güzel örnekler görmeye ihtiyacımız var” dedi.

ÇOCUKLAR KONTROLSÜZ

İÇERİKLERDEN UZAK TUTULMALI!

Kontrolsüz içeriklerin çocukları olumsuz etkilediğini açıklayan Öztat, “Geçtiğimiz haftalarda Mersin’de meydana gelen ortaokul öğrencisinin işlediği cinayet konusuna değinecek olursak. Bu durumda elbette devletimiz ve ilgili uzmanlar durumu en ince detayına kadar araştırıyor ve olayla ilgili gereken yardımı desteği sağlıyordur. Biz olaya konumuzdan bakacak olursak bu yaşlardaki çocukların şiddete dönük eylemlerinin altında yatabilecek; oynadıkları oyunlar veya izledikleri maruz kaldıkları şiddet içerikli yapımların rolünü tartışmamız gerekiyor. Son zamanlarda çocukların heyecanla oynadıkları oyunlara göz attığımızda kontrolsüzce ilerleyen bir durum söz konusu. Küçük çocuklarımızı zorbalığa, şiddete teşvik eden oyunlara çizgi filmlere kısa sürede bir düzenleme getirilerek buna dur demeliyiz. Bu içerikler çocuklarımıza zorbalık yapmazlarsa dışlanacaklarını, gücün daima şiddetle olacağını dikte etmeye çalışıyor. Çocuklar, ekran vasıtasıyla maruz kaldıkları şiddet içerikli kontrolsüz görüntülerin ve akran baskısıyla yaşlarına uygun olmayan oyun ve zorbalıkların etkisinde kalıyorlar. Mutlaka yeni düzenlemeler getirilmeli, aile ve okullar ortak hareket edebilmelidir” ifadelerini kullandı.

TEHLİKELİ KARAKTERLER

SEMPATİ KAZANDI

Sinema ve dizilerdeki olumsuz ama çekici karakterlerin neden ilgi gördüklerine değinen Öztat, “Reytingi yüksek olan içeriklere baktığımızda aslında o içerikteki kötü karakterlerin oldukça benimsendiğine şahit oluyoruz. Dizilerdeki mafya babaları, ailesine ve etrafına eziyet eden ağalar, sürekli karısını aldatan şiddet uygulayan kocalar, gelinine kök söktüren kayınvalideler buna örnek olarak gösterilebilir. Bu karakterlerin sürekli gözümüze sokulması, şiddeti meşrulaştırırken aynı zamanda şiddeti benimseyen karakterleri de rol model olarak görmemize neden oluyor. Bu tarz içerikler normal şartlarda şahit olamayacağımız hikayeleri ekrana ya da beyaz perdeye taşıyor. Sinemada ve dijital platformlarda son yıllarda suç temalı yapımların oldukça revaçta olduğunu, pek çok seri katil hikayesinin izlenme oranlarında ilk sıralarda yer aldığını biliyoruz. Şahit olduğumuz suç, cinayet, şiddet içerikli görüntüler; izleyicilerde pek çok karışık duygunun açığa çıkmasına neden oluyor. Biz hem insan bedenine merak duyuyor, hem şiddetten garip bir şekilde haz alıyor hem de şiddetin seyircisi olarak kendimizi güvende hissediyoruz. Şiddetin pornografisi olarak ortaya atılan kavram üzerinde daha çok düşünmeliyiz. İnsan bedeninin parçalanmasını, canlıların şiddete uğrayışını izlemek neden bazılarımızın tam olarak açıklayamadığı karmaşık bir ruh haline bizleri itiyor? Son dönemdeki Dahmer dizisi, geçmiş yıllardaki Testere serisi gibi pek çok dizi ya da film, insan doğasındaki bu karmaşık haz – merak – güven üçgeninde geziniyor ve telafisi zor yeni düşünme davranış pratikleri oluşturuyor olabilir. Diğer yandan seyircilerin zorlayıcı hikayelere ilgi duymalarının, kötü karakterleri benimsemelerinin altında; hiçbir zaman deneyimleyemeyeceği davranışlara şahit olmak motivasyonu yatıyor olabilir” açıklamalarında bulundu.

BU DÜNYADA HEP BERABERİZ!

İçerik üreticilerinin üretim sürecinde daha fazla dikkatli olmaları gerektiğini vurgulayan Öztat, “Kendimi her zaman bir haber editörünün, içerik üreticisinin ya da yapımcının yerine koymaya çalışırım. Özendirici şiddet unsurunu sunarken, yarın, bu unsurdan etkilenen kişinin benim sevdiklerimle aynı mekânda olmayacaklarının garantisini verebilir miyim? Hiçbir insan sevdiklerini cam fanusun içinde taşıyamaz bu sebeple ürettiğimiz yapımlara ve haberlere en hassas özeni gösterelim ki geleceğimizde oluşacak sıkıntılara dur diyebilelim, sevdiklerimizi ve toplumumuzu koruyabilelim. Bu dünyada yalnız değiliz hep beraberiz ve her davranış bir diğerini etkileyebilir” dedi. •Gizem Başar