Dünya’ya Keçe Sanatını Türkler Tanıttı
Keçenin mistik boyutunu keşfettiğini belirten Celalettin Berberoğlu, “Burada keçe yapıyoruz ve yok olmaya yüz tutan bu sanatı yeni nesillere aktarmaya çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışında sergiler açtım. Yine yurt içi ve yurt dışında pek çok öğrenciye keçe sanatını öğrettim. Hatta bu öğrencilerimizden birkaç tanesi kendi atölyelerini açtı. Bu bizim baba mesleği, dede mesleği. Üçüncü kuşağım ben keçeyi yeni nesillere aktarmaya çalışıyoruz. Benim çocukluğum keçeciler içinde geçti. Biz o zamanlar yün tarıyorduk. Komşularımızın hepsi keçeciydi. Giderdik, nakış döşerdik, keçe teperdik. Onlarla hamama giderdim. Yani genetikte de olunca hep ilgimi çekti. Merakım vardı işte. Babamdan da faydalandım biraz işte farklı teknikleri öğrenmede. Ama onlar klasik keçeciydi. Ben daha sonra keçeyi biraz geliştirdim. Farklı yeni teknikler öğrendik. Keçe önceden ikiye ayrılıyordu. Klasik keçe, modern keçe ama ben duramadım. Keçenin mistik boyutunu keşfettim. Klasik keçe bir zorunluluktu yani yün var, koyun var işte ne olacak? Modern keçe biraz daha sanatsal hale dönüştü ama keçenin mistik boyutu bambaşka bir olay. Sûfiler yüzyıllarca keçeyle bir diyalog kurmuşlar. Sufi Arapça yün demek. Sufi de yünden elbise giyenler demek. Özellikle Mevleviler bu derviş taçları, tennurelerin etekleri, elif lam etlerin, kuşakların içi, müttaki kılıfları, seccadeler hepsi keçeden yapılmış. O zaman keçenin çok farklı bir özelliği var” şeklinde konuştu.
“DERVİŞLER YAŞARKEN BAŞLARINDA, ÖLDÜKTEN SONRA DA MEZAR TAŞLARINDA TAŞIRLAR”
Yünün, keçe ve sikke olana kadar geçirdiği aşama ile insanın insanı kâmil olana kadar geçirdiği aşama arasında muazzam benzerlik olduğunu ifade eden Berberoğlu, “Mevlevi tekkelerinde özellikle Konya'da burada bir sikke hane varmış. Sikke hane aslında Mevlevi tarikatı ve zengin bir tarikat. Dünyanın her tarafında vakıf gelirleri olan bir tarikat. Bir işgücüne ihtiyaçları yok aslında. Önceden ne öğretiyorlardı tekkede? Edebiyat, musiki, sema, güzel sanatlar, dini ilimler. Dil öğretiyorlar ama bunun yanında da sikke yapıyorlarmış. Aslında yolu öğretiyorlar. O sikkeyi öğretirken, yapımını öğretirken yolu öğretiyorlar. Mesela yün nasıl kirlenir, insan nasıl kirlenir, yün nasıl arınır, insan nasıl arınır? Ayaklar altında tepilen mesele nedir? Egodur. Keçenin dergâhı hamamdır. Normalde önceden insanlar dergâhlar da yetişip pişiyor. Keçe de hamamda pişer. En sonunda sikkeyi başına takıyor. Tıpkı bir sultan tacı gibi. Yolun bütün aşamalarında bir hatırlatma olarak aslında başının üstünde taşıyor. Dervişler sikkeyi yaşarken başlarında, öldükten sonra da mezar taşlarında taşırlar” ifadelerini kullandı.
DÜNYA’YA KEÇE SANATINI TÜRKLER TANITTI
Türkler konar göçer bir toplum olduğu için keçe sanatını Dünya’ya Türklerin tanıttığını söyleyen Celalettin Berberoğlu, “Bizim insanlarımız klasik keçeyi bilmiyor. Keçeyi daha çok elit bir kesim yani gezen, seyahat eden kesim daha çok biliyor. O yüzden bizim çabamız da bu keçenin yeni halini bizim insanımızla buluşturabilmek. Mesela İtalya'da, Amerika'da, Kuzey Avrupa'da, Avustralya'da çok iyi keçeciler var ve bunlar üniversitelerle çalışıyorlar. Üniversitedeki moda tasarım bölümünde keçeden gelinlikler yapıp defile yapıyorlar. Parayla satın almak mümkün değil. Aslında bu sanatı Dünya’ya tanıtan biziz, Türk kültürüdür. Göçer bir toplum olduğumuz için keçeyi tanıttık. Orta Asya'da, Kuzey Avrupa'da, Kuzey Afrika'da çok yaygın bir şekilde yapılmış keçe evrensel bir obje ama biz çok yoğun kullandığımız için de biz tanıtmışız dünyaya keçeyi. Ama her konuda olduğu gibi daha sonra Batılılar bizi bu konuda da geçmiş. Çünkü imkânlar üniversitelerle ortak çalışmaları ve orada sanata, sanatçıya verilen ilgi daha fazla, daha büyük. Biz herkes burada kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor yani. Hani mesela bunlar şalları falan görünce Çin malı mı, baskı mı, boya mı diyorlar? El yapımı diyorum. Nasıl yapıyorsunuz falan. Satışı zor bir objedir. Mutlaka yapıldığı yerde satılması gerekiyor. Yani insan o yapım aşamasını gördükten sonra bunun gerçekten değerli ve yapımının zor olduğunu görünce tamam diyor, değerli olduğunu anlıyor. Yani biz gelen müşteriye o 5 10 dakikada kendimizi ifade etmemiz gerekiyor. Keçeyi de anlatmamız gerekiyor. O yüzden atölye ortamında yapılıp satılması gereken bir obje” şeklinde konuştu.
SAVAŞSIZ DÜNYA HAYALİ ŞEB-İ ARUS’TA YAŞANIYOR
Konya’da farklı dinlere mensup olan binlerce kişinin Şeb-i Arus döneminde Konya’da kol kola ibadet ettiğini söyleyen Berberoğlu, “Hz. Mevlana'nın o insanlığa verdiği İslami ve insani mesaj doğudan batıya bütün âlemi kaplamıştı ve onun bu mesajı yüzyıllardır insanların kalplerine dokunmuştur. Kalplerine almaya, gönüllerine almaya devam etmektedir. Hz. Mevlana insanları yargılamaz, bölmez, parçalar parçalamaz, sıfatlarına bakmaz, sadece ruhuna bakar. O gönül hırsızıdır, adeta kalp hırsızıdır. Şeb-i Arus’ta, Konya’da olan en enteresan şey şudur o hafta Konya'ya 70-80 bin kişi gelir. Farklı milletlerden, farklı kültürlere, farklı dinlere mensup insanlar burada kavga etmeden kol kola yaşarlar. Hristiyanı vardır, Musevisi vardır, Müslümanı vardır. Hazreti Mevlana diyor ki bize savaşsız ve kavgasız bir dünya mümkün. Aslında ben bunu Şeb-i Arus’ta Konya'da yaşatıyorum. Bir hayalden bahsetmiyorum ama bu ne zaman mümkün? Farklılıklarımızı kavga etmek için bir sebep değil de yaratıcının güzelliğini seyretmek için olduğunu anladığınızda, o ilahi aşk şemsiyesi altında tıpkı Şeb-i Arus’ta burada toplandığınız gibi toplandığınızda savaşsız, kavgasız bir dünya mümkün olacağını bize mesajını veriyor. Bir Musevi ile Hristiyanı, Hristiyanı, Müslüman'ı kol kola görürsün burada ve Hazreti Mevlana'nın içerisinde 17 Aralıkta saat 16.00’da bir dua yapılır. Arapça yapılan duaya her inanca mensup insanlar kendi dilinde âmin der. Duanın ne olduğunu bilmesine bile gerek yoktur. Çünkü Hazreti Mevlana o insanların hayatlarına değer ve anlam katmıştır. Şu anda günümüz insanının en büyük eksikliği, hayatlarımızın bir değeri ve anlamı kalmadı. Hayatı biz artık yaşamıyoruz. Sadece seyrediyoruz. Buraya gelenler Şeb-i Arus’ta kalplerini burada bırakır giderler. Bir dahaki sene geldiğimizde alalım diye. Ama geldiklerinde yine bırakırlar. İşte Konya'da en büyük özelliği budur” diye konuştu.