Merhabalar kıymetli dostlarım
Bu hayatta az ile yetinmeyi kabul etmemiz ve bununla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Çok fazla şey hayal etmek, çok fazla beklenti içine girmek doğru değil. Hani hep derler ya sonunda gireceğin 2 metre mezar diye. Durum aynen öyle. Küçük şeylerle mutluk olmak ve onunla yaşamayı öğrenip kabul etmemiz lazım. Elbette her insan sorunsuz ve güzel bi hayat geçirmek ister ama her şeyin getirmiş olduğu bir stres var. Bununla baş etmek çok zor. Az ile yetinip hayattan keyif almak gerekiyor. Yazımı sevdiği bir hikaye ile bitirmek istiyorum.
"Tarla faresi ile ev faresi arkadaş olmuşlar. Tarla faresi bir gün ev faresini yemeğe çağırmış. Güzel bir yemek umudu ile tarla faresinin davetini kabul eden ev faresi gelmiş, ama bir de ne görsün; sofrada biraz ot ve biraz buğdaydan başka bir yiyecek yok, yüzünü buruşturmuş.
Tarla faresinin haline acıyan ev faresi arkadaşına dönerek; “Canım arkadaşım, bu senin hayatına hayat denmez. Buna olsa olsa yoksulluk denir. Bense, bolluk içinde yaşıyorum. Gel sen de benimle, bizim evdekileri paylaşıp ikimiz de gül gibi geçiniriz.” demiş.
Tarla faresi ile ev faresi hemen kalkıp yola çıkmışlar. Ev faresi arkadaşını çok iyi ağırlamış, ona buğday, incir, peynir ve bal çıkarmış. Tarla faresi ömründe hiç bu kadar yiyeceği bir arada görmemenin şaşkınlığı ile; “Ben neden bugüne kadar tarlalarda kaldım?” diyerek dövünmüş. İki arkadaş mutluluk içinde tam yemeğe oturacakları sırada bir adam gelmiş, kapıyı çalmış. İki fare kapının gürültüsünden korkup buldukları ilk deliğe girmişler.
Sonra cesaret edip yerlerinden çıkmışlar. Tam incirden tadacaklarmış ki; bu sefer de başka biri odadan bir şey almaya gelmiş. Çaresizce yine bir deliğe kaçıp saklanmışlar. Açlığını unutan tarla faresi arkadaşına dönerek; “Arkadaşım sen bolluk içinde yiyip içiyorsun diye seviniyorsun ama bir türlü tehlikeler peşini bırakmıyor. Ben en iyisi gidip buğdayımla arpamı yiyeyim. Evet, belki az ama gönül rahatlığı ile yerim” demiş.
Tarla faresi daha sonra tarlasına dönmüş. Bir daha da halinden hiç şikâyet etmemiş.
Ne demişler; ‘Azıcık aşım, ağrısız başım!!’"