İsmehan Tüfekçi
Mücadelemiz kendimizle mi, yoksa çevremizle mi?
Merhabalar kıymetli dostlarım,
Kendi hayatlarımıza bakmadan, kendi yaşadığımız zorlukları veya güzellikleri görmeden neden başkalarının hayatları hakkında yorumlar yaparız. Bir ortama girdiğimizde neden hemen kıyaslama içine gireriz. Bu hayatta herkesin mücadelesi, herkesin kendisi ile belki çevresi ile verdiği mücadele farklı olabilir. Belki bugün güzellikler içinde gördüğümüz durumlar yarın o gördüğümüzün 180 derece farklı görünebilir. Başkalarının hayatına müdahale etmeden kendi hayatlarımızla ilgilenelim. Herkesin mücadelesi kendine. Ön yargılarımızdan uzaklaşalım. Bu bahsettiğim konuyu şu güzel hikaye ile daha detaylı sislere iletmek isterim..
"Bir oduncunun çelimsiz mi çelimsiz bir eşeği vardı. Oduncu yoksul olduğundan eşeği de doğru dürüst beslenemiyor, gün geçtikçe zayıflıyordu. Üstelik hiç dinlenemiyor, ormandan şehre odun taşımaktan yorgun düşüyordu. Kendi karnını güçlükle doyuran sahibi, eşeğin hâline hiç aldırmıyordu.
Bir gün eşeğiyle oduna giderken padişahın seyisine rastladı. Seyis, padişahın sarayında atların bakımından sorumluydu. Oduncu seyisi tanıyordu. Selamlaştılar. Seyis, eşeğin hâline acımıştı.
–Bu zavallının hâli nedir böyle, diye sordu.
–Tek nedeni benim yoksulluğum, dedi oduncu. Ben karnımı zor doyuruyorum zaten.
Seyis, hem oduncuya yardım etmek hem de eşeği bu durumdan kurtarmak istiyordu.
–Sen onu birkaç günlüğüne bana ver de padişahın ahırında beslenip biraz kendine gelsin, dedi.
Oduncu bu teklife sevinmişti. “Hem eşek biraz güçlenir hem de belki padişahtan bana biraz yardım gelir.” diye düşünüp eşeği seyise teslim etti.
Seyis, eşeği padişahın ahırına götürdü. Temiz ve bakımlı ahıra giren eşek çevresine bakındı. Çevresinde bir sürü bakımlı, semiz ve genç görünümlü atlar vardı. Yemleri ve suları zamanında geliyordu. Onların hâline imrendi.
Çelimsiz eşek bir onların bakımlı hâline, bir de kendinin zavallı hâline bakarak iç geçirdi. Sonra da başını yukarı kaldırıp şöyle dua etti: “Yüce Rabbim, eşeğim eşek olmasına ama ben de senin kulunum. Böyle çelimsiz ve güçsüz oluşum niçin?”
O gece eşeğin gözüne uyku girmedi. Böyle bir yere geldiği için şükretmek yerine, kendini atlarla karşılaştırıp şimdiye kadarki durumundan kendi kendine dert yanıyordu. “Bu atlar hiç yük taşımıyorlar. Yiyip içip yatıyorlar. Üstelik biz eşeklerden daha güçlüler. Bu adaletsizlik değil mi?”
Ertesi gün ahırda bir hareketlilik başladı. Savaş zamanı gelmişti. Eşeğin, savaşın ne olduğundan haberi yoktu. Şaşkınlık içinde olan bitenleri izliyordu. Atlar eyerlendi ve birer birer ahırdan çıkarıldı. Sonunda eşek ahırda yalnız kalmıştı.
Aradan uzun bir zaman geçti. Savaş bitmişti. Atlar yorgun argın geri döndüler. Her yanları yara bere içindeydi. Atların ayakları sıkıca bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizilip atların yaralarını temizlemeye başladılar. Neşterlerle atların yaralarını yarıp savaşta saplanan ok uçlarını çıkarıyorlardı. Eşek, savaşın ne olduğunu o zaman anlamıştı. “Rabbim!” dedi. “Ben bu yoksulluk ve güçsüzlüğe razıyım. Yeter ki savaş ve huzursuzluktan uzak kalayım!” Yeter ki savaş ve huzursuzluktan uzak kalayım!”
İnsanlar, başkalarının yaşantılarının iyi yanlarını görüp onlara imrenirler. Oysa her insanın yaşantısının güzel yanları olduğu gibi, zor ve kötü yanları da olabilir. Önemli olan yaşantımızdaki güzellikleri iyi değerlendirmektir."